Terakkili “Farklılık Zenginliktir” Konulu Öykü Yarışmasında İstanbul 1.si

3003

Levent Yerleşkemizden ortaokul öğrencimiz Sena Sarı (8 I), İELEV Okullarının Yaşar Kemal anısını yaşatmak amacıyla 28 Şubat – 21 Nisan tarihleri arasında İstanbul’daki ortaokul öğrenciler için düzenlediği “Farklılık Zenginliktir” temalı öykü yarışmasında İstanbul 1.si oldu.

Bizim Gibi Değildi

Hepimizin hayatımıza veren yön verdiğini düşündüğümüz anılarımız olmuştur.

Çoğu kişi tarafından dönüm noktaları olarak isimlendiren anılar, nasıl bir geleceğe sahip olacağımızı belirler. Bazen bir kazanca dönüm noktası denir, bazen de bir kayba. Benim hayatımın dönüm noktası ise bundan altmış iki yıl önce olmuştu. Gülüşü güneşten daha fazla ışık saçan o kız çocuğuyla tanıştığımda.

On altı yaşına yeni girmiştim. Çoğu şeyden habersiz arkadaşlarım ve oyunların olduğu küçük dünyamın içinde yaşıyordum. Güzel bir hayata sahiptim. Beni seven bir ailem vardı. Akşam aç yatmaz, sabaha güneşsiz uyanmazdım. Okula gidecek kadar da şanslıydım. O zamanki aklımla ise herkesin böyle bir hayata sahip olduğunu düşünüyordum. Hayatın sadece parlak tarafını görüyordum. Gerçekler ise çok daha sertti, çok daha soğuktu.

Okulumun arkasında büyük bir park vardı. Çocukların oynayabilmesi için iki tane basket potası yerleştirmişlerdi. Okul çıkışında beş arkadaş sürekli oraya gider, güneş batana kadar top oynardık. Aynı sınıfta olduğumuz çoğu kişi de orada olurdu. Onlarla konuşur güler, eğlenirdik bazen de. Fakat o parkta biri daha vardı. Kimsenin görmediği, kimsenin fark etmediği, bir tebessümü dahi çok gördüğü…

Güneşi kıskandıracak kadar sarı ve parlaktı saçları. Onun gözlerinin maviliğini tattıktan sonra gerek kalmazdı deniz manzarası aramaya. Teni, bir kış gecesi yağan kar gibi bembeyazdı. Yanakları bahar çiçekleri gibiydi. Pembe ve kırmızı onun yanaklarında doğmuştu. Gülümsemesi ise bir başkaydı. Soğuk kış aylarının ardından gelen bahar ayında kendini gösteren ilk güneş parıltısı gibiydi. Onunla bir gün geçiren, onsuz bir gün daha geçirmek istemezdi. O çok farklı çok özeldi.

Kimse onunla konuşmazdı lakin. Bir İstanbul gecesi kadar yalnızdı. Kendi başına çiçekler toplardı. O çiçeklerden bir taç yapar yine kendisi takardı. Bahar çiçekleri bile soluk görünürdü saçlarında. Bu güzelliğe sahip bir insan neden dışlanmış olabilirdi peki?

Tek bir farklılığı olması yüzündendi  her şey.

Kimseden bir eksiği yoktu onun. Aksine bir fazlası onu farklı yapıyordu. Otizmi vardı. Bu küçük farklılığı ayırmaya yeter miydi onu bizden? O kötü değildi ki. Asıl biz kötüydük, onun o güzel kalbinin yanında.

Sosyal iletişim bozuklukları vardı. Kimseyle konuşmazdı. İstese de konuşamazdı. Kelimeleri düzgün telaffuz edemezdi. Farklı gelirdi davranışları hepimize. Farklılıkların, kötü olduğuna ikna olmuştuk bizde. Onu yanımızda istemezdik. Her ne kadar bunu söylemekte utanıyor dahi olsam ben de yargılamıştım onu.

 

Bir gün yine top oynamaya parka gitmiştik. Neredeyse bütün okul orada toplanmıştık. Her zamankinden farksız gibi görünüyordu. Baharın sonunda gelmesiyle ağaçlar yeşermeye, havalar ısınmaya başlamıştı. Oyunlarımız daha keyifli oluyordu. Oyunun en heyecanlı yerinde topu elimden kaçırmıştım. Top yuvarlanmış ve yakınımızdaki bir banka kadar gitmişti. İlk defa o zaman fark etmiştim güneş saçlı o kızı. Topu eline almıştı ve topa bakarak gülmeye başlamıştı. Bir topu tutması bile ne kadar sevindirmişti onu. Kızın neden tek başına olduğunu biliyordum. Aynı sınıftaydık ve onu her gün görüyordum. Fakat davranışları ilk defa dikkatimi bu kadar çekmişti. Ona doğru birkaç adım atınca beni gördü ve hızlı adımlarla yanıma geldi.

Sürekli başka yerlere bakıyor benimle göz teması kurmuyordu. Topu bana uzattı. Teşekkür ettiğimi duyunca kaldırdı kafasını, baktı bana. Çok güzel bakıyordu bana. Gözlerinin içi gülüyordu adeta. Ona gülümseyince o da benim gibi gülümsemişti. Mutluydu yine.

Topla beraber yavaş adımlarla oynadığımız yere döndüm. Arkadaşlarım bana kınayıcı gözlerle bakıyordu. O kızdan hoşlanmadıklarını biliyordum. Nedenini anlamamıştım fakat onların bakışları beni rahatsız etmedi. Tam tersine umursamadım. Güneş saçlı kızın yanına dönmek istiyordum. Çok etkilemişti beni. Gözleri, gülüşü, mutluluğu… Oynamak istemediğimi söyledim ve topu onlara bırakıp banka geri döndüm.

Beyaz bir papatyanın yapraklarını okşuyordu yanına oturduğumda. Sonradan farkına vardı yanında olduğumun. Beni görünce yine büyüdü gülümsemesi. Ellerini mutlulukla çırpmaya başladı. Nasıl bu kadar mutlu olabildiğini anlamıyordum. Fakat hoşuma gitmişti. Ben de elime yerdeki papatyalardan birini aldım ve bakmaya başladım. Sadece bir çiçek neden mutlu etmişti onu? Papatyayı incelerken elimden aldı onu. Sağına topladığı birkaç düzine papatyayı ellerime koydu. Yavaş yavaş örmeye başladı onları. Elimden aldığı papatyaları birleştirdi. O özenle çiçeklere bakarken konuşmuyor dikkatle yaptığı işi izliyordum. Yavaş yavaş elimdeki papatyalar bitti ve ortaya papatyadan bir taç çıktı. Yaptığı tacı gururla uzattı bana. Kalbim ısınmıştı bana vermesiyle yaptığını. Başıma koyduğumda ise yine gülüyordu. Yine mutluydu.

O akşam eve gittiğimde aklıma bir sürü düşünce vardı. Beraber olduğum insanların hiçbiri onun gibi değildi. Hepsi kendini beğenmiş, kendilerine sunulanlarla mutlu olmayı bilmeyen insanlardı. O ise bir papatyaya bakarak mutlu oluyordu. Ondan öğrenecek bir sürü şey vardı: Papatyalar gibi, huzur gibi, mutluluk gibi… Artık eski arkadaşlarımın yanına uğramaz olmuştum. Güneş saçlı kız benim için daha öncelikli geliyordu. Parkta onu görür görmez yanına gidiyordum. Ve o bir gün geldi ki işte o hayatımın dönüm noktasıydı.

Bahar artık tamamen göstermişti kendini. Kediler, köpekler, kuşlar; çiçekler, ağaçlar, yapraklar vardı her yerde. Hâlâ bulutlar karartsa da havayı, herkes gülüyordu. Okul çıkışı yine bankta gördüm onu. Gülmüyordu. Yanına oturduğumda bakmadı bana. Bir burukluk hissettim içimde. Boğazımda koca bir yumru oluşmuştu. Dikkatini çekmeye çalıştım. Konuştum… Konuştum… Bakmıyordu bana.

İşte o an hep yanımda sakladığım çiçek tacını hatırladım. Çantamdan çıkardım ve özenle kafasına yerleştirdim. Elleri kafasına gitti bir an. Parmakları artık canlılığı kalmamış çiçeklerde dolaştı. Ve bana baktı. Susuz kalmış balıklar gibi çırpındığım gülümseme oluştu yüzünde. Bir kelebek sürüsü yanımızdan hızla geçti. Fakat sadece bir beyaz kelebek geldi ve onun parmağına kondu. Ardından bir şimşek çaktı, yağmur başladı. Anlam verememiştim neler olduğuna. Kahkahaları yükselmişti. Herkes yağmurdan kaçmış, bir biz kalmıştık. O çok ama çok mutluydu. Kalkıp dans etmeye başladı yağan yağmurun altında çünkü hayatın değerini biliyordu. Küçük şeylerle mutlu oluyordu. Bir papatya, bir insan, bir kelebek, bir yağmur yetiyordu ona. O farklıydı fakat çok güzel bir farklılıktı bu. Onun farklılığı benim dönüm noktamdı. Sonraki günlerde ayrılmadık hiç. Herkes farkına varmıştı onun güzelliğinin. Sınıfımızdaki bütün kızlara papatyadan taçlar yapmayı öğretmişti. Bizlerle basketbol oynamış, kimse tarafından dışlanmamıştı. O güneş saçlı kız herkese mutluluğu öğretmişti. Ve tam altmış iki yıl oluyor bu olay olalı. Şu an yetmiş sekiz yaşında yaşlı bir adamım. Bir sürü insan tanıdım bu yaşıma kadar. Kimse onun gibi değildi.

O farklıydı, evet. Onun gibi çiçekleri okşayan, papatyalardan taçlar yapan, kelebeklerin arkadaşı olan, yağan yağmurda dans eden, mutluluğun değerini bilen bir başkası yoktu.

Onun farklılığı, benim zenginliğim oldu.

Sena Sarı (8 I)