Öğrencimiz Öyküsüyle İstanbul 2.si Oldu

3005

Levent Yerleşkemizden ortaokul öğrencimiz Ayşe Erdoğan (6B), İstanbul Erkek Liseliler Eğitim Vakfı Özel Ortaokulunun 7 – 25 Mayıs tarihleri arasında düzenlediği “Çocuklar İnsandır” konulu öykü yazma yarışmasında “Olmaması Gereken Bir Fark” yazısıyla İstanbul 2.si oldu.

 

Olmaması Gereken Bir Fark

Yaz tatili başlıyor…

Yaz tatilinin ilk gününde Hayallerin evinde hep aynı konu geçerdi. Komşuları yazlıklarına veya Hayal’in hiç gitmediği tatil beldelerine giderken Hayallerin evinde nereye gidecekleri ile ilgili kavga çıkardı. Hayal’in annesi, Betül Hanım yazın sıcak yerlerde denize girmek isteyip Antalya veya Bodrum’u tercih ederken babası Hayri Bey ise her zaman deniz kıyısında çok terlediğini söyler, sıcak yerlerin onu bunalttığından yakınır, serin yerlere gitmek isterdi. Hayal, ne istediğini bilmezdi. Ailesi neye karar verirse onlara uyardı. Bu tartışmaları genelde hep babası kazanırdı. Dolayısıyla Hayal’in yaz tatili denize girmek yerine Uludağ’da geçerdi.

Bugün farklıydı. Onları mutfakta konuşurken bulan Hayal aynı tartışmanın yaşanacağını düşünüyordu ancak babası bu sefer annesiyle Uludağ’a gitmek konusunda tartışmadı. Annesi: “Kıbrıs’a gideceğiz, biletler hazır.” dedi gayet net bir sesle. Hayal bir an için de olsa babasından itiraz beklerken ses çıkmadı.

Babası koltuğuna otururken gazetesini aldı ve uykulu bir sesle: “Tamam ben de Uludağ’dan sıkılmıştım. Biraz güneş havası alalım.” dedi.

Birinci Gün: Yolculuk

Bu sözlerden bir gün sonra Hayal kendisini hava alanında sırada beklerken buldu. Sıra çok kalabalıktı, herkes yaz tatilinin ilk günü bir yerlere gitmek isterdi çünkü. Hayal yaz tatilinde sadece bir kere sıcak bir yere gitmişti o da zaten üç buçuk yaşındayken. Hayal şu anda sekiz yaşında. Kendisine göre sekiz buçuk.

Etrafı izlerken sıranın onlara geldiğini gördü. Annesi, kimlikleri verirken o da babasının yanında durdu. Duvarda asılı büyük fosforlu tabelalardan kapı numaralarına baktılar. Az sonra kapı numarasının yanında büyük yazılar halinde “KAPIYA GİDİNİZ!” yazıyordu. Hızlı adımlarla kapıya ulaştılar. Uçağa binmeleri için körükten geçmeleri gerekiyordu. Hayal, hayatında hiç körükten geçmemişti. Onun için bu körük NASA’nın hazırladığı bir uzay istasyonuna geçiş kapısıydı. Böbürlenerek geçti körükten. Ne kadar uğraşmaları gerekiyordu bir uçağa binmek için!

Yolculuk bir buçuk saat sürecekti. O da bu süre içinde cam kenarına oturup bulutları izlemek istemişti. Biraz da yanına aldığı kitap ve dergilerle de oyalanmayı planlıyordu. Babası koltuğa oturur oturmaz uyumuş, annesi ise koltukta duran dergileri okumaya başlamıştı.

Uçağın tekerlekleri hareket etmeye başlayınca sarsıntıdan biraz korktu ama uçak havalanınca korkusu geçti. Kısa bir süre sonra hostesler yemekleri dağıtmaya başladı. Hayal arkadaşlarından uçakta çok güzel yemeklerin geleceğini, hosteslerin istedikleri bütün çikolata ve şekerleri getirdiklerini duymuştu. Çok heyecanlıydı okul başladığında arkadaşlarına anlatacağı birçok anısı olacaktı.

Yemekler dağıtılmaya başladı. Hayal önünde binlerce çikolata ve bonbon şekerin konulacağını beklerken önünde sadece bir somonlu sandviç gördü. Yanında ise küçük, sade bir kek vardı. Canı sıkılmıştı ama karnı çok açtı, önündekileri sevmeyerek de olsa bitirdi. Biraz kitap okudu, dergilerini karıştırdı. Sabah çok erken kalkmıştı gece de heyecandan uyuyamamıştı. Gözlerini kapadığı gibi uykuya daldı.

Uyandığında annesi uyanık, yine dergileri karıştırıyor babası da hâlâ gazetesini okuyordu. Sonunda inişe geçtiler. Garip hışırtıları pilotun tok ve net “İnişe geçiyoruz!” anonsunu kesti. Artık tepelerinde duran ve genelde yanan kemer ikaz ışıkları sönmüştü. Herkes kemerlerini açtı ve kabin bagajından eşyalarını telaşla aldılar.

Herkes ayağa kalktı ve uçaktan inmek için çıkış kapısında uzanan sıraya girdiler. Hostes onlara “Tekrar bekleriz.” dedi. Kapıdan çıktılar. Hava, Hayal’in beklediğinden çok daha sıcaktı. İyi ki şort ve kısa kollu tişört giymişti. Otobüse bindiler ve otelleri Cennet Otel’e gitmeye koyuldular.

Otel çok güzeldi ve lükstü. Uludağ’daki dağ evlerine hiç ama hiç benzemiyordu. Geç olmuştu. Valizlerini açmadan yemeğe indiler. Yemekten sonra oteli gezdiler. Odaya döndüklerinde annesi bir valizden babasına ve Hayal’e pijamalarını, diş macunu ve fırçalarını verip: “Bu akşam çok yorgunuz, valizleri yarın yerleştiririz. Şimdi en iyisi uyumak.” dedi. Hayal her akşam yaptığı gibi kitap okumak istiyordu ama uykuya yenik düştü.

İkinci Gün: Otel, Valiz ve Mektup

Sabah olduğunda ilk işleri valizlerini yerleştirmekti. Annesi titiz bir kadındı. Eşyalarını yerleştirmeden kahvaltıya inmesine izin vermeyecekti Hayal’in. Hayal, bunu çok iyi biliyordu.

Babası da durumun farkında olacak ki üst üste duran iki siyah valizden birini aldı, açtı ve dona kaldı: Bu valiz onların değildi! Olamaz! Tabii o telaşla kabin bagajından yanlış valizi almış olmalıydılar. Acaba kendi valizleri neredeydi? Kayıp mı olmuştu? Yoksa onların valizini de bir başkası mı almıştı? Hayal hem bunları düşünüyor hem de ağzı açık valize bakıyordu. Valizin içinde kıyafet yoktu. Saman kâğıdından zarflar görüyordu. Valizde bir sürü mektup vardı. Mektupların adresi, göndereni ve kime gideceği yazmıyordu. Hayal en altta duran, eski ve yaşanmışlık kokan mektubu aldı. Zarfını yırtmamaya özen göstererek açtı ve okumaya koyuldu. Mektuplar bir çocuğun babasına yazdığı mektuplardı. Büyük ihtimalle bavul da babasına aitti.

“Sevgili Babacığım,” diye başlıyordu bir mektup. Bugün arkadaşlarla futbol oynamak için buluştum. Şimdi moladayız; oturmuş sana yazıyorum. Okulun kapanmasına birkaç hafta kaldı. Sen yola çıktın. Kim bilir nerelere gideceksin. Karnemi aldığımı yine görmeyeceksin çünkü hep söylediğin gibi: Eve para getirmek zorundasın. Bu sabah uyandığımda sesini duydum sanki. Bir an yanımda olduğunu sandım. Yumuşak ellerinle anneme ilacını içiriyordun. Oysa bir hayaldi bu. Ah babacığım, senin olduğun günleri, yanı başımda durduğun günleri ne kadar özledim, anlatamam. Keşke para getirmek için uzaklara gitmene gerek kalmasa ve bu kadar uzak kalmasak. Yazdıklarımı anneme anlatamıyorum. Hem anlamıyor hem de çok üzülüyor.  Arkadaşlarıma anlatıyorum ama onlar da anlamıyor. Sadece gülüyorlar ama sen beni anlıyorsun değil mi?  Şimdi arkadaşlar çağırıyor beni, gitmeliyim, en kısa zamanda dön. Sevgiler, oğlun.

Hayal hiç bu kadar üzücü bir hikâye okumamıştı. Gözlerinden istemsizce bir gözyaşı süzülüp aktı. Annesi ve babası da valizdeki mektupları gördükleri zaman şaşırdılar ama okumadılar. Anne ve babasının moralleri çok bozulmuştu. Durumu açıklamak için Kıbrıs Havaalanı’na gitmeye karar verdiler. Önce havaalanındaki bir yetkiliyi arayıp durumu anlattılar sonra da yola çıktılar.

Hayal yanına valizden bir mektup daha aldı. Bunu yolda okumayı planlıyordu. Son okuduğu mektup onu çok etkilemişti. Otelin yanına park etmiş otobüslerden birine bindiler. Şanslarına oturacak yerleri vardı. Otobüs hemen kalktı. Hayal, cebinden mektubu çıkardı. Mektup yine aynı şekilde başlıyordu “Sevgili Babacığım,”. Önce mektubun kokusunu içine çekti ve okumaya koyuldu. “… Şu anda korunun yanındaki büyük yaşlı incir ağacının altında yazıyorum sana. Bu ağacın altında bana ne kadar çok masal anlatmıştın hatırlıyor musun? Bugün masal dinlemek için değil dinlenmek ve sana yazmak için oturuyorum. Seni çok özledim baba. Annem daha da hasta. Ona bakmak, kendi ihtiyaçlarımı karşılamak için çok çalışıyorum. Vakit bulduğumda arkadaşlarla oyun oynamak için dışarı çıkıyorum ama içimi hemen bir telaş kaplıyor. Acaba zavallı annem evde ne yapıyor, diye.

… Artık annemin elinden iş de gelmiyor. Evdeki işleri de yapamıyor, kıyafetleri leğende elimle yıkıyorum. Bütün işlere koşturuyorum. Çok yoruldum. Hep seni düşünüyorum. Keşke yanımızda olsan. Sevgiler, oğlun.”

Hayal bu mektubun sonunda da gözyaşlarını tutamadı. Annesine belli etmemek için eşofmanının koluna sildi gözlerini. Bacağının altında duran valizi çaktırmadan açtı mektubu valize attı.

Kalan on dakikayı da camdan etrafı izleyerek geçirdi ve çocuğu düşündü Hayal. Havaalanına ulaştıklarında güvenliğin olduğu masaya gittiler. Masanın yanında telaşlı bir adam vardı. Adam, onların siyah valizini tutuyordu. Annesi ve babası valizini aldıkları adamın karşılarında duran bıyıklı ve saçları düz adam olduğunu, Hayal ise mektupların sahibi zavallı çocuğun babası olduğunu anlamıştı. Demek ki çalışmak için buralara gelmişti. Demek ki sevdiklerini bırakmak zorunda kalmıştı. Adam rengi solmuş mavi bir gömlek giymişti, yıpranmış kravatına rağmen temiz bir görüntüsü vardı.

Annesi ve babası bir an önce valizi alıp gitmenin ve tatil yapmanın telaşındaydı ama tatil yapmak şu an Hayal’in umurunda bile değildi. Adama baktıkça mektupları düşünüyor, daha da hüzünleniyordu. Valizler değiştirilirken Hayal tek kelime etmedi.

Hayal’in ailesi için hiçbir sorun kalmamıştı. Alandan çıkıp otele dönmek için harekete geçtiklerinde Hayal birden durdu. Annesi şaşkınlık ve telaşla: “Hadi, Hayal!”. Babası ise “Ne oldu?” dedi. Hayal, konuşamıyordu. Önce babasına sonra da annesine sarıldı ve ağladı. Annesi ve babası davranışına anlam veremediler ama Hayal onlara: “Her şey için teşekkür ederim.” demeyi başardı.

Sonraki Günler: Hayal, eski Hayal değil.

Havuza girdiler, gezdiler, tarihi yerleri gördüler… Hayal, eski Hayal değildi. Mektuptaki çocukla farkları neydi? Ailesinden ihtiyacı olmadığı şeyler istemese, yemeklerini son kırıntısına kadar yese ve o mektupları hiç unutmasa o çocukla aralarındaki fark kalkar mıydı?

Ayşe Erdoğan (6B)
Terakki Vakfı Özel Şişli Terakki Ortaokulu