5. Edebiyat Sempozyumumuzda “Metin Yorumlama ve Türlere Bağlı Yazma Çalışmaları”

3440

Levent Yerleşkemizde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzün 2012 yılından beri organize ettiği Edebiyat Sempozyumu’nun beşincisi, 22 Aralık Cumartesi günü Terakki Vakfı Kültür Merkezi K1’de gerçekleşti. İstanbul genelinde Türkçe ve Türk Dili ve Edebiyat öğretmenleriyle Türkçe ve edebiyat eğitimindeki uygulamaların, yeniliklerin paylaşıldığı sempozyumun bu yılki konusu “Metin Yorumlama ve Türlere Bağlı Yazma Çalışmaları” oldu.

Öğrencimiz Arda Yavuz’un (9G) piyano dinletisi eşliğinde başlayan sempozyumun açılış konuşmasını, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanımız Dilek Özçelengir yaptı. Sempozyumumuza Nedim Gürsel “Yazınsal Metinler -Roman, Mustafa Köz “Şiir Dili ile Diğer Türler Arasında Bağlantı”, Oğuz Demiralp “Deneme Türü Üzerinden Metin Analizi”, Doç. Dr. Şükran Dilidüzgün “Modern Metinleri Yorumlama”, Yalvaç Ural “Yazınsal, Sayısal, Çizgisel Metinlerle Görsel Okumalar”, Süleyman Sönmez Yazmanın Karanlık Odası”, Çiçek Dilligil “Oyun Metinleri”, Demet Taner “Tiyatro Eseri Nasıl Eleştirilir Üzerinden Haldun Taner’in Eserlerine Bakış”, Pelin Buzluk “Öykü Analizi” Nuran Direk “Felsefi Metinlere Bakış”  konularında deneyimlerini, birikimlerini paylaşarak katkı sağladı.

Pelin Buzluk, bir bileşen olarak öyküde hikâye anlatma ihtiyacının nasıl doğduğundan söz etti. Buna bağlı olarak sözlü edebiyatın temelinde hikâye etme ihtiyacının yattığını dile getirdi. Hikâye anlatmak ve öykü yazmak arasındaki farklara değinen Buzluk, öyküdeki atmosferi oluşturan unsurlardan söz etti. Zaman ve mekândaki geçişler, bakış açısı, fragmanlar, öykü kişisi kurmak gibi alt başlıkları açtı. Tutumlu sözcük kullanımı, melodi, ritim, sayıklama, nakarat gibi kavramların öyküde ses’i oluşturduğunu vurguladı. Biçim arayışı, metafor, alegori, ironi gibi kavramların okuma deneyimini şekillendirmede önemli olduğunu vurguladı.

Oğuz Demiralp, deneme türü üzerinden metin analizi yaptı. Metin analizinin aslında eleştirinin bir parçası olduğunu dile getirerek sözlerine başladı. Türlerin birbirinden ayrılması taraftarı olmadığını ancak türlerin birbirinden ayrılması konusunun akademisyenleri meşgul ettiğini vurguladı. Bir kitap üzerine yazılan denemenin aslında bir eleştiri olduğunu, bu nedenle kendi yaptığı çalışmalara da eleştirel deneme demenin daha doğru olduğunu söyledi. Dünyaca tanınan “Katip Bartleby” adlı öykü üzerine çalıştığını ve henüz tamamlamadığını vurgulayan Demiralp, Katip Bartleby öyküsünden yola çıkarak metin yazar ilişkisi üzerinde durdu.

Yazınsal Metinler-Roman üzerine birikimlerini paylaşan Nedim Gürsel, bir yazar için bu tür buluşmaların önemli olduğunu söyledi. Yazarlığın ne olduğu üzerine düşüncelerini paylaşan Gürsel, “Yazarlık, dil içinde gerçekleşen bir uğraştır. Ancak bu dil, günlük konuşma dili ya da iletişim aracı olan dil değildir elbet. Yazınsal yapıtın oluşma sürecinde oluşan bir dildir.” dedi. Kendinden yola çıkarak bir yazarın yazma serüvenini anlatan Gürsel, “Yazar, sözcüklerle, kalem-kâğıtla, biçemle, yapıyla baş başa kaldığı bir dünya yaratır. Dolayısıyla yazar, yazma sürecinde yalnızdır.” dedi. Edebiyat ile diğer sanatların bu noktada birbirinden ayrıldığını vurgulayan Nedim Gürsel, diğer sanatlarda yapıtın ortaya çıkma sürecinde bir ekip olduğunu söyledi. “Yazarın yazma serüveninin sona erdiğinde yapıtın serüveni başlar. Çünkü okurla beraber değişik okumalar gerçekleşir ve böylece aslında birçok yapıt ortaya çıkar. Artık yazarın yalnızlığı sona ermiş olup okurla birlikte bir çoğullanma olur.” diyerek düşüncelerini dile getirdi.

Nuran Direk, edebiyata felsefe gözüyle bakmanın ne kadar önemli olduğunu söyledi. Felsefenin içinde sevgi sözcüğünü barındıran tek sözcük olduğuna vurgu yaparak felsefenin öneminden söz etti. “Eğitim denince doğrudan felsefe anlıyoruz. Felsefe yapmadan eğitim olmaz.” dedi. Felsefe ve edebiyatın birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğunu dile getiren Direk, “Beni ‘Suç ve Ceza’ adlı roman felsefeci yaptı. Bunu edebi bir yapıta borçluyum.” diyerek edebiyatın felsefe yanının ne kadar güçlü olduğunu anlattı. Bununla beraber edebiyat metinleriyle felsefe metinlerinin iç içe geçtiğini ve böylece sentez oluşturduğunu söyledi. Böylece birbirlerini doğrudan etkilediklerini örnekler vererek açıkladı.

Çiçek Dilligil, tiyatro metinlerinin nasıl ortaya çıktığını deneyimlerinden yola çıkarak anlattı. “Bizim bir oyun metnini oluştururken ilk sorumuz metne yönelik ‘Derdin ne?’ sorusudur. Önce derdimizin ne olduğunu anlamalı ve anlatmalıyız. Metnin anlatmak istediği anlatılmadıktan sonra o metin boş bir görsel olarak karşımıza çıkar.” dedi. Oyun metinlerini yorumlarken nasıl bir yol izlediklerini, küçük resimden büyük resme ulaştıklarını anlattı. “Önce metni anlamalıyız ki anladığımızı aktarabilmeliyiz. Çünkü seyirciyi ikna etmeliyiz. O zaman bir oyunun temellendiği yer masa başında yapılan çalışmalardır.” diyerek tiyatro metinlerinin ortaya çıkma aşamalarından söz etti.

Yalvaç Ural, “Yazınsal, Sayısal, Çizgisel Metinlerle Görsel Okumalar” konulu konuşmasını yaptı. “Eskiden düşünce biçimimizle, aydınlanmayla, felsefi görüşümüzle bir bütün olarak görüyorduk ve okuyorduk yapıtları. Şimdi gördük ki gazete okurları sadece yazılara bakıyor, gerçek anlamda okumuyorlar.” Görsel okumanın nasıl olması gerektiğini söyleyen Yalvaç Ural, “kaplumbağa” sözcüğünden hareket etti. Harflerin, rakamların bir metindeki önemini anlatan Vural, 80 bin sözcükle oluşturulan bir sözlüğün 29 sesle meydana getirildiğini söyledi. Bu seslerin birer ikon olduğunu vurguladı. Dünyadaki en büyük devrimin harflerin ve sayıların bulunması olduğunu vurguladı. Sayısaldan anladığımızın aslında 9 sayı olduğunu ve bu basit düşünceden hareketle çocuğun dünyasına yaklaşmamız gerektiğini söyledi.

Mustafa Köz,“Şiir Dili ile Diğer Türler Arasında Bağlantı” konulu konuşmasına Wittgenstein’ın, “Dilinin sınırları, dünyanın sınırlarıdır.” cümlesiyle başladı. Dolayısıyla bu sınırların içinde sadece şairin ruhu değil, şiirin tüm anlam aurası, dilsel çerçevenin korunduğunu çünkü dünyanın her yerinde şiirin ortak bir dil-anlam havuzundan beslendiğini söyledi. “Şiirin temalarının insan ruhunun derinliğinde aşağı yukarı aynı zenginlikte buluşması, şairlerin yalnızca dillerini değil, ruhlarını da birbirine bağlar. Aşk, yalnızlık, ölüm, ayrılık, barış, özgürlük ya da insana ilişkin herhangi bir temayı kendi dilince işleyen şairler, bu temaları genişletirken öte yandan da insan ruhunu derinleştirir. Bu genişleme, insanın ruh evreninin de gelişmesidir.” diyerek şiir dilini ve anlamını evrensel düzlemde ele aldı. Köz’e göre şairler, birer dil yapıcısı-kazıcısı olarak şiir dilini geliştirdikleri gibi, gündelik dile de sözcükler verirler. Örneğin düz anlamda Melih Cevdet Anday’ın Türkçeye kazandırdığı “sözcük” ve “biçem (üslup)” sözcükleri dilin gelişip zenginleşmesinde şairin rolünü gösterir.

Doç. Dr. Şükran Dilidüzgün, “Modern Metinleri Yorumlama” üzerine yaptığı çalışmalardan yola çıkarak açıklamalar yaptı. Dilidüzgün, edebiyat öğretiminin yaratıcı yöntemlere ve dinamik bir programa gereksinim duyduğunu çünkü bu metinlerin, metin türü olarak diğer bütün metin türlerinden farklı olduğunu söyledi. “Edebiyat metinlerini anlamak için diğer metinlerde olduğu gibi sadece dilsel kodu çözmek yeterli değildir; ayrıca çözümlenmesi gereken estetik bir kodu da içerirler. Bu bağlamda önemli olan, öğrencilerin metnin bütünlüğü içinde düşünmelerini sağlamaktır. Yani amaç, metin hakkında bilgi vermek olmamalıdır.” dedi. Öğrencilerin metinle karşı karşıya getirilip ilgili metin içi bağlantıları görerek tartışacak düzeye getirilmeleri gerektiğini vurguladı. Yazınsal metinlerin kendi türleri bağlamında farklı yapılara sahip oldukları gibi her metnin de kendine özgü biçimsel ve içeriksel özellikler taşıdığına vurgu yapan Dilidüzgün, “Bir metin için etkinlik hazırlarken iki soruyu yanıtlamak gerekir: ne ve nasıl. Çalışmalarının odağını metin yapısının oluşturduğu metindilbilim “ne” sorusuna ve yapılandırmacı yaklaşımın uygulanmasını sağlayan görev odaklı öğrenme “nasıl” sorusuna yanıt bulmak için bilimsel temel hazırlamaktadırlar. Böylece edebiyat öğretiminin değerlendirilmesi için ölçütler de belirlenmiş olacaktır.  Bu amaçla, çalışmada, metindilbilimsel metin çözümlemelerini temel alan görev niteliğinde etkinlik modelleri sunulacaktır.” dedi.

Demet Taner, “Tiyatro Eseri Nasıl Eleştirilir Üzerinden Haldun Taner’in Eserlerine Bakış” konulu konuşmasına tiyatro sanatıyla başladı. Tiyatronun her şeyden önce tiyatro yazarı tarafından oluşturulan bir metne dayandığını söyledi. İyi bir metnin kötü oyuncular tarafından oynansa bile izlenebileceğini fakat kötü bir metnin iyi oyuncular tarafından bile kurtarılamayacağını söyledi. Tiyatro metnini değerlendiren kişinin yönetmen olduğunu söyleyen Taner, yönetmenin de dramaturglar tarafından yönlendirildiğine vurgu yaptı. Buna bağlı olarak ülkemizde 1950’den sonra dramaturg yetiştiren okulların açıldığını söyledi. Taner “Yönetmen, tiyatroda metin yazarından sonra her şeydir. Orkestra şefi neyse yönetmen de odur.” diyerek tiyatronun tarihsel gelişiminden söz etti. Tiyatronun eskiden günümüze farklı yorumlamalarla geldiğini dolayısıyla oyunun bu yorumlamalara bağlı olarak canlandırıldığını söyledi.

Süleyman Sönmez , Yazmanın Karanlık Odası” adlı sunumunu yaptı. Bu sunumu defalarca okuduğu Kürk Mantolu Madonna üzerinden hazırladığını söyledi. “İlk okuduğumda ağladım. Çok etkilendim.” dedi. Kitabın her sayfasına notlar aldığını, ilk defa bir kitaba acımasız davrandığını dile getirdi. Sabahattin Ali’nin bu kitabı yazarken yaşadığı duyguları kendisinin de derinden duyumsadığını, onun üslubuyla Maria Pudery’i anlamaya çalıştığını söyledi. Sabahattin Ali’nin oldukça lezzetli bir dili olduğunu vurgulayan Sönmez, yıllar sonra bile aynı tatla okunduğunu dile getirdi.

Ayrıca yazmaya dair düşüncelerini şu sözlerle ifade etti: Bilmeyen bir insana yazma öğretilebilir mi? Biraz yeteneği olan bir insan oradan ilerletilebilir mi? Bunun bir metodu, ruhu olmalı. Bunu araştırırken gerçekten işin mühendislik çalışması olduğunu gördüm. Daha önce bunun ilham olduğunu düşünüyordum. Böylece yazmakta olduğum kitaplar bitmiyordu. Ne zamanki bunun ilham değil, bir işçilik, emek ve mühendislik olduğunu anladım, düzenli çalışma sonucu 75.000 kelime ve 300 sayfalık kitabımı yedi sene araştırıp iki sene yazarak bitirdim.”