8 – 13 Mayıs tarihleri arasında, Londra’da yapılan ESU (English Speaking Union) – International Public Speaking Competion’da Türkiye’yi temsil etme onuruna sahip oldum. Açıkça söylemek gerekirse, hayatımda yaşadığım en harika deneyimlerden biriydi. Moğolistan’dan Sri Lanka’ya dünyanın her yerinden kendi ülkelerinde belirli bir başarı gösterip dünya finallerine katılmaya hak kazanan; entelektüel olarak çok gelişmiş, kendilerine güvenleri fazla ve çok cana yakın insanlarla vakit geçirdim. Beş günün sadece ikisinde yarışma aktif bir şekilde devam etti; geri kalan diğer günler bizim tanışmamız, Londra’yı gezmemiz, konuşma teknikleri üzerine profesyonellerden ders almamız ve farklı kültürleri tanımamız ile ilgiliydi. Hakkında hiçbir şey bilmediğim ülkelerden birçok arkadaşım oldu ve kendi ülkemi tanıtma fırsatı yakaladım. Sabahtan akşama kadar süren dopdolu bir programımız vardı ve müzikale gitmekten Shakespeare’s Globe’da ders almaya kadar birçok aktiviteye katıldım.
Bu yarışma aynı zamanda Türkiye’de topluluk önünde konuşma kavramının ciddiye alınmadığını görmemi sağladı. Dünyada bu çok ciddiye alınırken ülkemde önem verilmiyor oluşu beni hayal kırıklığına uğratmıştı, çünkü konuşmacılara geleceğin politikacısı ve önderleri gözüyle bakılıyordu. Aslında hiç fark edilmese de konuşmamızın içeriği dışında kullandığımız jestler, göz temasları ve ses tonu karşımızdaki insanı etkileyebilmek için olması gereken çok önemli unsurlar ve ben bu yeteneğimi yaşadığım deneyimle daha da güçlendirdiğimi düşünüyorum.
ESU’ya katılan insanların ben de dâhil olmak üzere neredeyse hepsi konuşmalarına kendi ülkelerini kattılar; sorunlarından ve çözümlerinden bahsettiler. Konuşma yaptığımızın dakikalar bizimdi, dünyayı ve ülkemizi değiştirmek ve bir farklılık katabilmek için beş dakikamız vardı. Bir odanın içinde elli farklı ülkeden elli farklı kişiydik ve ırkçlılık, homofobi, islamafobi ve diğer bütün nefret akımları burada kendini gösteremiyordu. Belki de günümüz politikacılarının yanında dünyayı değiştirecek olanlar biz gençlerdik ve dünya barışının minyatür bir örneğiydik. Gezi boyunca içinde bulunduğum grubun lideri olan ve bu süreç boyunca şehri dolaşmamıza yardımcı olan Michael’ın bir akşam hepimiz otelimizin lobisinde sohbet ederken dediği şeyi unutamıyorum: “İşte bu, bana gelecek için ümit veriyor.”
Sadece 5 gün geçirmeme rağmen, ESU’daki arkadaşlıklarımı hayatım boyunca hatırlayacağımı biliyorum, çünkü kendimi artık daha büyük bir ailenin bir parçası gibi hissediyorum. Oradaki en yakın arkadaşlarım olan Katya ve Tatia ile de yazın Gürcistan’ın Batum şehrinde buluşmak için sabırsızlanıyorum. Dünya sorunlarına ilgili sorunları dinlemeyi ve aynı zamanda kendi fikirlerini paylaşmayı seven herkesin bu deneyimi yaşamasını tavsiye ederim çünkü emin olun, hiç unutamayacaksınız.
Ayça Dibekoğlu (11 H)