Genç bir Tarihçi Olmak İçin Yaşadıklarım, Öğrendiklerim

3037

Tepeören Yerleşkemizden ortaokul öğrencimiz Elif Salimoğlu (8B), Tarih Vakfının “Gençler Tarih Yazıyor: Toplumsal Tarihe Kadınların Yaşamlarından Bakmak” adlı projesinin atölyelerini kaleme aldığı “Genç bir Tarihçi Olmak İçin Yaşadıklarım, Öğrendiklerim” başlıklı aşağıdaki yazısı Toplumsal Tarih dergisinin mart sayısında yayımlandı.

Genç bir Tarihçi Olmak İçin Yaşadıklarım, Öğrendiklerim

O günü anlatmaya en başından başlamalıyım. Anlatacaklarımı, geç kaldığım korkusuyla okulun kapısına koştuğum zamana kadar geri sarmalıyım. Açıkçası bunları yazmak sanki her şeyi baştan yaşıyormuşum gibi hissettiriyor. Kapıdan girdiğim anda tanımadığım bu kadar insanı bir arada görmenin verdiği korkuyu; ama aynı zamanda beni bekleyen arkadaşlarımı görmenin bende yaşattığı mutluluğu ve rahatlığı hatırlıyorum. Onların gözlerinin de aynı heyecan duygusuyla parladığını, benim gibi yerlerinde duramadıklarını anlamak bana çok büyük bir güven ve cesaret verdi. Bu olanlardan sonra ise kendimi zamanın ne kadar hızlı geçtiğini anlayamamış bir halde Prof. Dr. Nüket Esen’in bize yaptığı konuşmayı dinlerken buldum. Bize Fatma Aliye Hanım’ın hayatını ve onun başkaları tarafından ne kadar kısıtlandığından bahsetti. Bize yazarlığı sadece izne bağlı olarak yapabilen; fakat buna rağmen hep mücadele eden bir kadının hayat hikâyesini anlattı. Dinlediklerimden sonra hem etkilenmiştim hem de kendimin ne kadar şanslı olduğumu düşünmekten alıkoyamıyordum. Fark etmiştim ki Fatma Aliye’nin kendisi ve hayalleri arasına giren duvarlar benim hayatımda yoktu. Önümde açık bir yol vardı tek yapmam gereken sonuna ulaşırken pes etmemekti. Aslında mücadele etmenin, istediklerimiz için savaşmanın önemini kavramıştım.

Bu düşüncelerle konferans salonundan çıktıktan sonra farklı gruplara ayrıldık. Oturduğum masada ilk başta bir sessizlik hâkim olsa da sonra hepimiz tanıştık ve çok daha rahat bir şekilde konuşmaya başladık. Böylece ilk oturum başladı. Her gruba farklı bir yaşam yazını türünü vurgulamalarını isteyen yönergeler verildi. Dünyanın farklı yerlerinde kadınların yaşamlarını anlatan fotoğraflardan birini seçtik. Belirlediğimiz fotoğraftan bir kadın seçerek onunla empati kurduk ve onun yaşamını ele alan kısa bir yaşam yazını anlatısı yazmaya çalıştık. Yazımızda seçtiğimiz kadının çektiği zorlukları ve haksızlıkları vurgulamaya özen gösterdik. Yazdığımız kısa yaşam yazını anlatısını diğer gruplarla paylaştık. Her grup kendi yaşam yazını çalışmasını tüm grupla paylaştı. Atölye yürütücüsü olan Yeşim ve Burçin öğretmenlerimiz tüm grupların çalışmalarını sunumlar üzerinden değerlendirerek anı, günlük, biyografi ve otobiyografinin özelliklerini vurgulayarak çalışmayı sonlandırdılar.

İkinci oturumu, Fırat öğretmenimiz yürüttü. Atölyeye Olympe de Gouges isimli bir feminist aktivist tarafından yayımlanan Kadının ve Kadın Vatandaşın Hakları Bildirgesi’nden alınan bir paragrafla giriş yaptık. Bu bildirge, aslında Fransız kadınların seçme ve seçilme hakkını kazanmalarını sağlayan adımdı. Olympe  de Gouges  ölüm cezası ile cezalandırılacağını bilmesine rağmen nasıl böyle eleştirel ve savunan bir yazı yazabilmiş, buna nasıl cesaret etmiş? İşte onun bu davranışı birçok kadının hayatını olumlu yönde değiştirmiş; çünkü o tüm her şeyini adalete adamış. Biz de kendimizi onu yerine koyarak onun yaşam öyküsünü yazdığımızı hayal ettik. Bu yazıyı yazmaya iten faktörlerin ne olduğu, yaptıklarımızın ilgi görüp görmeyeceğini ve tüm bunlardan sonra nasıl duygular içerisinde olacağımızla ilgili soruları yanıtladık. Zabel Yesayan ve Halide Edip Adıvar’ın yazdıkları metinlerden çıkarımlar yaptık. Burada ele aldığımız her iki metinden de çıkarımımız o yıllarda kadınlara değersiz ve duygusuz varlıklarmış gibi davranıldığı, kadınların eşya muamelesi gördükleriydi. O zaman merak ettim peki neden bunların yanlış olduğunu düşünenler hiç başkaldırmamış da tarih boyunca bu sorun hep böyle devam etmiş? Kadınlar üstlerine gelen onca baskıya rağmen tek başlarına mücadele etmişler. Belki de bunlara asıl sebep olanlar zamanında yaşananlara izin verenler, saklananlardı.

Üçüncü oturumu, Nalan öğretmenimiz yürüttü. Son oturumda bir ders kitabından, akademik bir konuşmadan, bir de edebi bir metinden alınmış üç farklı metni sorularla incelememiz istendi. Önce metinleri dikkatlice okuduk, soruları bireysel olarak yanıtladık. Sonra sorulara verdiğimiz yanıtlar üzerinden grup olarak tartıştık ve tüm grup için kısa bir sunum hazırladık. Gruplar sunumlarını yaptılar ve bu oturum da sona ermişti.

Kadınlar sürekli kısıtlanmasaydı yazdıklarıyla, yaptıklarıyla, düşündükleriyle dünyayı değiştirebilirlerdi. Tüm bunlara rağmen o hak ettikleri ilgi yerine her yaptıkları şeyde tepki almış olsalar da her seferinde yere daha sağlam basmışlardı. İşte günün sonunda kapanış konuşması için konferans salonuna geri dönerken aklımdaki de buydu: Ne olursa olsun pes etmemek, eğer bir şey yapmak istersem ne kadar düşsem de her seferinde sonuca biraz daha yaklaştığımı bilmek. Günün sonunda tüm bu hayat hikâyeleri bana bunu öğretmişti.

Tarih Vakfının ikinci atölyesinden sonra bu yazıyı yazarken süreç içinde kişisel olarak ne kadar geliştiğimin farkına vardım. Bu projeyle beraber aslında üstesinden gelemediğim korkularımla mücadele ettim. Sahneye çıkmaktan ve büyük bir topluluğa sunum yapmaktan hep çekinmiştim. Yapabileceğim hataları düşünmek beni her zaman bir adım geriye götürmüştü. İşte, ben de anlatacaklarıma böyle başlamak istiyorum. Başkaları için küçük olsa da benim için büyük olan bu zaferi nasıl kazandığımdan bahsederek… O sabah arkadaşlarımla beraber Işık Okullarının kapısından içeriye adım atmamızla kendimizi kalabalığın ortasında bulduk. Diğerlerinden farklı olarak heyecandan yerimde duramıyordum fakat bu sefer heyecanımın ve küçük çaplı zıplayışlarımın nedeni birinci atölyedekinden farklıydı. Yapacağım sunumu düşünüyordum. Öyle bir ikilemdeydim ki hem yaşadığım anın tadını çıkarmak istiyor hem de zaman ilerlemesin de sunum vaktim yaklaşmasın diye düşünüyordum. Ben bu düşünceler içerisindeyken konferans salonuna çoktan yerleşmiştik, öğretmenlerimiz bize programdan bahsettiler ve diğer öğrencilerle beraber kendi alanlarımıza geçtik. İlk olarak Fırat Öğretmen’imiz bize geçen atölyede yazdıklarımız hakkında geri bildirim verdi, hepimizin cevaplarıyla ortaya çıkan “9 Ortaokuldan 70 Kız ve Erkek Öğrenci Olympe de Gouges’un sesi oluyor!” metnini okudu. Onun konuşmasından sonra tüm okullar sırayla sunumlarına başladılar. Benim de günlerdir üzerinde düşündüğüm,  her türlü olasılığı hesapladığım an gelip çatmıştı. Ellerim titreyerek ama aynı zamanda Zabel Yesayan gibi mücadeleci, kararlı ve kadın tarihine derin izler bırakmış birini anlatmanın verdiği gururla merdivenlerden indim. Konuşmaya başladığımda “İyi ki bu sefer korkularıma yenilmemişim!” diye düşündüm. Kimi zaman hızlı konuştum kimi zaman sözcükleri düzgün söyleyemedim ama en sonunda o hayal ettiğim başarıyı yaşamanın tadına vardım. Artık eskisi kadar çekingen değildim. Aksine okuduğumuz tüm kadınlar gibi ben de sesimi duyurmak, haksızlığa uğrayanları savunmak istiyordum. Tüm yaşananlardan sonra Dr. Öğr. Üyesi Tuba Demirci Yılmaz, bize “Tarih Yazımının Cinsiyeti: Kadınsız Tarihten Kadın Tarihine” konulu konuşmasını yaptı. Eskiden tarihi olaylarda bile kadınların dışarıda bırakılmasından, tarihin onların bakış açısından yazılmamasından bahsetti. Bunlara rağmen kadınlar pes etmemiş, başkaldırmışlar, sonucunun ölüm olduğunu bilerek mücadele etmişler. Dinlediklerimden sonra kendime sormuştum: “Ben onların yerinde olsam ve böyle bir sonla karşılaşacağımı bilsem onların yaptığını yapabilir miydim?” Bu soruya cevap olarak büyük bir cesaretle “Evet” demek istesem de öyle bir durumda ne yapacağımdan emin değilim. Sözlü tarih atölyesine de kendime sorduğum bu soru ile başlangıç yaptım. Sonrasında ikişerli gruplar olduk ve birbirimize yaşamımızla ilgili sorular sorduk. Yaptığımız söyleşilerin sonunda fark ettik ki soruların bazıları çok kapsamlıydı bundan dolayı onları cevaplarken zorlandık. Bazılarında ise sorunun soruluş tarzı bizi biraz düşündürttü. Aslında aynı cevabı almak için birbirinden farklı birçok soru sorabileceğimizi anladık. Soru hazırlarken seçtiğimiz kelimelere dikkat etmemiz gerektiğini çünkü soruların bazen karşımızdaki kişiyi yaralayabileceğini anladık. Son sözlü tarih atölyesinde ise bundan sonra üzerinde çalışacağımız konuyu seçtik. Bu konuyla ilgili görüşme yapacağımız kişiyi belirledik ve son olarak görüşme sorularını hazırlamaya başladık. Biz, bir Terakki mezunu ve aynı zamanda Sabiha Sertel’in kardeşinin torunu olan Nur Deriş ile görüşmeyi seçtik. Tüm bu çalışmalardan sonra bir atölyenin daha sonuna gelmiştik. Bu sefer benim için her şey çok daha farklıydı çünkü korkularımdan dolayı kendi ördüğüm o duvarı yıkmayı başarmıştım. Böyle bir imkâna sahip olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Özellikle kendime inanmadığımda bile bana inanıp beni destekleyen, oraya çıkıp o konuşmayı yapmamı sağlayan öğretmenlerime ve bize bu ortamı sağlayan Tarih Vakfına çok teşekkür ederim.

Elif Salimoğlu  (8B)