Toplumsal Tarihe Kadınların Yaşamlarından Bakmak

2949

Tarih Vakfının “Gençler Tarih Yazıyor: Toplumsal Tarihe Kadınların Yaşamlarından Bakmak” adlı projesi kapsamında Tepeören Yerleşkemizden ortaokul öğrencilerimiz Elif Salimoğlu’nun (8B)Güçlü Bir Kadının İzinde: Nur Deriş”, Mehmet Ali Kantarcı‘nın (8B) “Bir Gün ve Yüzyıllık Serüven!”; Levent Yerleşkemizden Maya Acar (7G) ve Elvin Kahveci’nin (7C) “Hayallerine Yürüyen Kadın: Sevil Görücü Peker” adlı yaşam anlatılarını kaleme aldıkları aşağıdaki yazılar ve Sakina İmanova’nın (8B) hazırladığı poster, Toplumsal Tarih dergisinin eylül sayısında yayımlandı. Ayrıca projede yer alan öğrencimiz Muhammed Ali Seymenoğlu (7A) Nur Deriş’le yaptıkları sözlü tarih görüşmesinin belgeselini hazırladı.

     Güçlü Bir Kadının İzinden: Nur Deriş

Hepimiz, başkalarının hayat hikâyelerini dinleyerek büyüyoruz. O insanların başarılarını dinlemek bizi cesaretlendiriyor, kendimize inanmamızı sağlıyor. Ben de beni etkileyen, eğer pes etmezsem başarabileceğimi düşünmemi sağlayan bir kadının hayat hikâyesini paylaşmak istiyorum. O, birçok zorluğa göğüs germiş ve istedikleri için mücadele etmiş biri. Fakat onu gerçekten anlatabilmem için onun hikâyesinin başına gitmem, her şeyi geri sarmam ve yazmaya 4 Mart 1949’dan başlamam gerekiyor.

Nur Deriş, İstanbul’da üç çocuklu bir ailenin en büyüğü olarak doğdu. Kardeşleri ile beraber Şişli Terakki Mektebinde okudu. Bu okulda okumasının nedeni ise dedesinin, yani Celal Derviş Deriş’in, okulun kurucusu olmasıydı. İlk, orta ve lise eğitimini Terakkide aldıktan sonra 1966’da mezun oldu. Onun tüm hayatını etkileyen ve yeniliklere açık olmasını sağlayan bir dönemi arkasında bıraktı. Bu dönemde Nur’un edebiyat öğretmeni olan İzgen Hanım; onun edebiyata olan ilgisini, dil becerisini gördü ve onu bu konuda destekledi. İzgen Hanım’ın kocası Mehmet Fuat, Nazım Hikmet’in üvey oğlu, yayıncılık hayatına başlayıp DE yayınlarını kurmuştu. “Yeni Dergi” adında bir dergi yayımlıyorlardı ve İzgen Hanım’ın desteği sayesinde genç yaşta Nur Deriş’in çevirileri de dergide yayımlanmaya başladı. Mehmet Fuat’ın öğütleri onun hayatına yön verdi. Aslında psikoloji okumak istese de aralarında geçen konuşmadan sonra İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümüne girdi ve Mehmet Fuat’ın da dediği gibi orada gerçek öğretmenlerle, onu dünyaya açacak insanlarla tanıştı. Peki, kimdi bu insanlar? Onlar: Mina Urgan, Cevat Capan, Akşit Göktürk, Berna Moran, Tatyana Moran ve Murat Belge’ydi. Bu kişiler onun hayatını birçok yönden değiştirdi. Bundan çok daha sonra Cenevre Üniversitesinde Fransızca Bölümüne girdi en sonunda ise İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümüne geri döndü. Tüm bunların yanında on altı yaşında iş hayatına çoktan başlamıştı bile. İlk başta Yeni Dergi’de çeviriler, devamında ise konferans tercümanlığı yaptı. O; ileri görüşlere açık, özgürlük ve demokrasiye önem veren düşüncelerin yaygın olduğu bir dönemin genciydi. Öyle bir dönemde o da birçok kişi gibi sola yönelmişti. Kendini yakın hissettiği “Güler Yüzlü Sosyalizm” adlı görüşü savunmaya başladı ve bunu destekleyen hareketin bir parçası oldu. 1971 yılında, 12 Mart askeri darbesi yaşandı. Darbe sonrasında tutuklamalar gerçekleşmeye başladı. O da bu hareketin bir parçası olduğu için, o zaman evli olduğu Celal Üster ile birlikte tutuklandı. O şartlar altında zor şeyler yaşasa da inandıkları için mücadele etmeye devam etti, pes etmedi. Hapishaneden çıktığındaysa tüm bu yaşadıkları hayat karşısında onun daha dirençli olmasını sağladı. Sonuçlarının neler olabileceğini bilerek Celal Üster ile birlikte Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından yazılan “Komünist Manifesto”yu çevirdi 1978 yılında. Bu kitabı çevirmelerinin nedeni ise ifade özgürlüklerinin kısıtlanmasıydı, yani hakları için tüm bu zorlukları karşılarına aldılar. Çünkü açılan davayı karşı bir davaya çevirebileceklerine ve her türlü görüşü özgürce ifade edebileceklerine inanıyorlardı. Fakat 12 Eylül darbesinden sonra yaşananlar (davanın askeri mahkemeye devredilmesi, basına uygulanan sansürler vb.) işin renginin değişmesine neden oldu. Tüm bunların sonunda kendi isteğiyle yurt dışına çıkarak İsviçre’nin Cenevre kentine gitti, böylece Nur Deriş için tam on yıl sürecek bir sürgün yaşamı başlamış oldu.

Ancak o, ailesinde kendi istekleri için savaşan tek kadın değildi. “Sen yapamazsın!” ön yargısını kırarak erkek egemen bir toplumda, gözü pek bir kadın gazeteci olan Sabiha Sertel’i -dedesinin kız kardeşini-  ne yazık ki sonradan öğrendi. Sertel’in hayatının çağdaş ve adaletli bir Türkiye mücadelesiyle geçtiğini, önüne çıkan engellere rağmen yılmayan, doğru bildiği yoldan sapmayan bir aktivist ve hak savunucusu olduğunu daha sonra gururla anlatacaktı Deriş. Sabiha’yı tanımadı ama onun yaşadıklarına benzer kesitler yaşadı hayatında.  Sabiha gibi Nur da genç yaşında yazıları nedeniyle yargılandı, mahkemelere çıktı, hapse girdi ve sonra sürgün olmak zorunda kaldı.

İşte ben bu yazdıklarımla, kendime inanırsam istediklerimi gerçekleştirebileceğimi öğreten bir kadından bahsettim. Ben size, geleceğime yön verip ışık tutacak bir kadını, Nur Deriş’i, anlattım.

Elif Salimoğlu (8B)

 

Bir Gün ve Yüzyıllık Serüven!

5 Mart 2020 sabahına uyandığımda, dün duyduklarım, yaşadıklarım rüya gibi geliyordu. Öğretmenlerim, sonunda beklediğimiz haberi bize vermişlerdi: “Evet çocuklar, yarın konuğumuz geliyor.” Kim ne hissetti bilemem ancak ben heyecanımı sanırım kelimelerle anlatamayacağım. Siz şimdi beni bu kadar heyecanlandıran konuğu merak ediyorsunuzdur: Sabiha Sertel’in ikinci kuşak yeğeni, Komünist Manifesto’nun çevirmeni Nur Deriş! 

Nur Deriş’in okulumuza geleceği kesinleştiği andan itibaren kafamda onlarca soru ve şüpheyle boğuştum. Aslında öğretmenlerimizle sözlü tarih görüşmesi için prova yapmıştık ve bu önemli konuğumuz için hazırlanmıştık. Buna rağmen hazır olmadığıma dair korkularım beni bırakmıyordu; derste, teneffüste hep o anı düşünüyor ve arkadaşlarıma sürekli gelecek konuğu anlatıyordum. Bu panik halimden ve hep aynı şeyleri anlatmamdan arkadaşlarım sıkılmış olmalılar ki kendimi öğle yemeklerinde yalnız buluyordum. En sonunda o gün gelmişti. Günlerdir gelişine heyecanla hazırlandığımız konuğumuzla karşılaşacağımız görüşme odasına gittik. Hayata bakış açınızı ve hayatı algılayışınızı farklılaştıracak birini beklemek gerçekten zormuş. İşte ben Nur Deriş’i o odada bu duygular içerisinde bekledim.

Konuğumuzu bu kadar heyecanla ve beklenti içinde beklememin sebebini merak ediyorsunuzdur. İnsanlık tarihinin 19. ve 20. yüzyıldaki serüveni özel ilgi alanımdır. Bu yüzyıl içinde imparatorlukların dağılmasını ve bunun sonucunda ortaya çıkan ulus devletlerin milli bir kültür oluşturma çabasını, ders kitaplarından farklı bir dille ve bakış açısıyla anlatılan tarihi okumayı, araştırmayı ve anlatmayı seviyorum. Hatta bu dönemde yaşanan olayların sonucunda oluşan sınırları, bulduğum her fırsatta defterime, boş bir kâğıda ya da sırama çizmek benim eğlencem olmuştur. İşte bu nedenler Türkiye Cumhuriyeti tarihinin sancılı dönemlerinde –ki benim en çok ilgimi çeken kısmında- doğmuş, büyümüş, mücadele etmiş bir kadının ağzından o dönemin toplumsal tarihini dinleyecek olmam benim heyecanımın sebebi sanırım.

Nur Deriş bizimle sohbete başladığında kendimi tarihsel bir hikâyenin içerisinde hissettim.  Bu hikâyenin kahramanı, Sabiha Sertel’i geç tanıyan ve tanıdıktan sonra onu kendine ilham kaynağı olarak seçen Nur Deriş’ti. “68 kuşağı” olmanın ne demek olduğunu, dayanışma ruhunu, Türkiye’den geçen kızıl dalganın etkilerini, itaat etmediği ve hayatı boyunca sorguladığı için yargılandığını, hayatta kalmak için sürgün olmayı kabul ettiğini, çalışmaktan ve üretmekten hiç vazgeçmediğini anlatan bir kadının, bir insanın hikâyesini dinlerken kendimi bir zaman yolculuğunda gibi hissediyordum. Serüveni üzerine kafa yorduğum 20. yüzyıl tarihi o dönemi içinde var olarak yaşayan Nur Deriş ile aydınlanıyor, bambaşka bir anlam kazanıyordu.

Hepimiz onu büyülenmiş olarak can kulağıyla dinliyorduk. Can kulağıyla dinlediğim önemli bir konu ise dedesi Celal Derviş Deriş’in kurucusu ve kendisinin de mezunu olduğu okulumuz ile ilgili paylaştıklarıydı. Terakki mezunu olarak Terakkili olmanın ne demek olduğunu anlattığı bölümlerde okulumuzun tarihiyle de yakından tanışıyorduk. Nişantaşı’nda başlayan ve Tepeören’e kadar uzanan tarihle… Biz Nur Deriş ile aynı masada oturuyor ve birlikte hem geçmişi hem de geçmişin bugüne yansımalarını sorguluyorduk.  Kendisi Terakkili olarak “sorgulama”nın ne kadar önemli olduğunu ifade ederken bizim de hala sorgulayarak öğrendiğimizi gördüğünde çok mutlu oluyor ve mutluluğunu bize yansıtıyordu. On altı yaşında lisedeyken çevirmenliğe başlayan Nur Deriş, Edebiyat Öğretmeni İzgen Hanım’ın hayatına olan etkisini anlatırken bir kez daha Terakkili olmanın ne demek olduğunu anlıyorduk. Sohbetimizin sonunda Nur Deriş’in anlattıklarını somutlaştıran fotoğraflar, yıllıklar, aile tarihine ait belgeler içinde zaman yolculuğumuzu tamamlıyorduk. Yazımda o sohbete dair her detayı aktaramasam da şunu aktarmayı başardığımı umuyorum: İçinde olmaktan keyif aldığım ve hiç bitmesini istemediğim bir andı. Tarihi hem yazan hem yaşayan hem de anlatan birini bulmuştuk ve bu bağlamda çok şanslıydık. Böyle bir isimle buluştuktan sonra şunu düşünmeden edemiyorum: Daha çok soru sormalı, daha çok dinlemeli ve öğrenmeliydik. Böyle düşünmekten kendimi alamıyorum çünkü Nur Deriş; sesiyle, anlatımıyla bizi alıp bambaşka bir zaman dilimine götürmüş ve daha fazla merak içine salmıştı.

Mehmet Ali Kantarcı (8B)

 

Hayallerine Yürüyen Kadın: Sevil Görücü Peker

Ayşe Sevil Gürel PEKER, ellili yıllarda bir kasım ayında üç kardeşin ilki olarak Konya’da dünyaya gelmiş. Sonradan iki erkek kardeşi olmuş. Annesi, enstitü mezunu; çok iyi yemek yapan ve dikiş diken bir kadınmış. Babası da İstanbul Fen Fakültesi mezunuymuş, Jeoloji, Biyoloji, Zooloji okumuş ve biyoloji öğretmenliği yapmış. Çocukluğu büyük bir ailede geçmiş. Babasının öğretmen olarak İstanbul’daki Kuleli Askeri Lisesine tayini çıktığı için Peker, bir yaşına gelmeden ailesiyle Vaniköy’e taşınmış. İki katlı, küçük bir evde büyümüş. Çocukluk günleri daha çok evlerinin arkasındaki koruda oynayarak geçmiş. Bebeklerle oynamak yerine toprağı kazıp böcekleri incelermiş. Bu dönemde babaannesi onu özellikle şımartırmış. Yemek aralarında ona çörek verirmiş. Babası aynı zamanda balıkçılığa da çok meraklıymış, onunla sık sık balığa çıkarlarmış. 5 yaşındayken babasının tayini nedeniyle Mersin’e taşınmışlar. İlkokula da Mersin’de başlamış.

İlkokulda çok sevecen ve tatlı bir öğretmeni varmış ama biraz haylaz olması yüzünden onun gözde öğrencisi değilmiş. Beşinci sınıfta yaptıkları bir gösteride bir kelebeği oynuyormuş ama kelebeğin söylediği şarkıyı ritmine uygun söyleyemiyormuş. Öğretmeni de ona kendi bildiği gibi söylemesini söylemiş. Bu ona birçok şey öğretmiş. Sevil Görücü Peker bu küçük sahne macerası sayesinde “vazgeçmemeyi, bir işi tam olarak bitirmeyi ve kabiliyeti olmayan işlere kalkışmamayı” öğrenmiş.

Ortaokulda ve lisede de hayatını etkileyen öğretmenler olmuş. Tarih öğretmeni sayesinde Dünya Klasiklerini okumaya; edebiyat öğretmeni sayesinde film yorumlamaya ve münazaralarda yer almaya başlamış. Spor öğretmeni sayesinde atletizme yönelmiş. Lisede Robert Koleji ve Üsküdar Amerikan Kız Kolejini kazanmış ama babası kızını yatılı okula göndermek istemediği için gitmesine izin vermemiş. Bunu önce bir engel olarak gören Sevil Görücü Peker, büyüdükçe babasının kararını anlayışla karşılamış.

Üniversitede Arkeoloji Fakültesinde eğitim görmeye başlayan Sevil Görücü Peker ilk yılı bitmeden evlenmeye karar vermiş. Önce babasının itirazlarıyla karşılaşmış fakat buna rağmen bu seçiminden vazgeçmemiş. Babasını ikna etmiş ve evlenmiş. Evliliğini kendi eğitim yaşamına koyduğu en büyük engel olarak gören Peker bir süre üniversite eğitimine devam edememiş. Çocukları büyüdükten sonra ortaya çıkan “boşluğu” üniversite eğitimini tamamlamak için kullanmış. Yarım kalan üniversite eğitimine yıllar sonra Doğu Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümünden mezun olarak tamamlamış. Üniversitede yeniden öğrenci olmak onu gençliğine götürmüş ve neşelendirmiş. Sınıf arkadaşlarıyla arasındaki yaş farkı bir sorun yaratmamış. Aksine yakın arkadaşlar edinmesine imkân tanımış. Bu nedenle hâlâ  üniversite arkadaşlarıyla görüşmeye devam ediyormuş.

Okuldan sonra birçok kazıda görev alan Sevil Görücü Peker, yer aldığı projeleri şu sözlerle anlatıyor: “Kazılarda birtakım projelerde bulundum. En önemlisi Karpaz Bölgesi’nde Kıbrıs’taki bir kurtarma kazısıydı. Kaymakta olan kalıntıları kurtarmaktı görevimiz, Tüpingen Üniversitesi ve Doğu Akdeniz Üniversitesinin ortak bir çalışmasıydı. Ondan sonra bizim Anadolu kıyılarındaki arkeolojik kazılarda çalıştım. Orada da en önemli projelerden bir tanesi “Kaş Sanal Müze” projesiydi. O da uzun soluklu bir projeydi, yedi sene falan sürdü. Orada da fotoğraflama ve çizim işlerine katıldım. Gördüğümüz kalıntıların fotoğraflarını çekiyorduk. Onları bir bilgisayar programı ile üç boyutlu hâle getirip sanal müze hâline getirdik. Bu çalışmanın son dokunuşları Kaliforniya’da tamamlandı. Yani şimdi dalamayan herhangi biri ya da  Kaş Kalkan’a gidemeyen biri o sanal müzeye girerek o kalıntıları müze gezermiş gibi görebiliyor. O benim için çok önemli bir projeydi.”

Sevil Görücü Peker, Sualtı Arkeolojisine ise önce dalgıçlığa adım atarak başlamış. Çocukları büyüyünce oluşan boşluğu doldurmak için sualtıyla ilgilenmeye başlamış ve dalgıç olmuş. Bu hobiden çok hoşlanınca da devam etmiş. Eğitimini tamamlamak için tekrar üniversiteye, Arkeoloji Fakültesine girince bu disiplindeki çalışmalarını dalgıçlıkla birleştirmiş ve sualtı arkeolojisi alanında ilerlemeye başlamış. Sualtı arkeolojisi fotoğrafçılığında çalışan çok az insan olduğu için kadın olarak iş hayatında hiç zorluk yaşamamış hatta kadın olarak bu işi yaptığı için ilgi görmüş.  Bu alandaki zorlukları ona yardım eden kişilerle çalıştığı için çok hissetmemiş. Peker, dalış yapmanın hem fiziksel hem de ruhsal yönden onu güçlendirdiğini ve kendini iyi hissettirdiğini deneyimlemiş.

Sualtındaki canlıları tanıyıp onlarla iletişim kurmak, değişik yerlere gidip oradaki deniz canlılarını dünyaya tanıtmak onun çok hoşuna gidiyormuş.  Bu meslek sayesinde Dünya’nın ücra köşelerinde, insan eli değmemiş denizlerde bambaşka canlıların peşinde koşmanın, onları fotoğraflayıp su yüzüne çıkarmanın ve fotoğraf sergileri yoluyla insanlarla paylaşmanın kendisini mutlu ettiğini belirtiyor.

Hayata bakış, pes etmemek, beslenmenin önemi… gibi konularda hayat anlayışını anne ve babasının çok etkilediğini, onların eğitimli olmasının ve çocuklarını(kendilerini) önemsemelerinin sonucu olarak açıklıyor. Babası; o ve kardeşlerinin beslenmesini çok umursuyormuş. Onların düzgün beslenmesine çok dikkat edermiş. Babasından dolaşım, bağışıklık, sindirim gibi vücudun sistemleri hakkında bir sürü şey öğrenmiş. Annesi de onların sosyal yaşantılarıyla ilgilenmiş. Onları dışarı çıkarır, yarışmalara girmeleri için onları yönlendirir, onlara cesaret de verirmiş. Hayatında hiç pes etmemiş ya da pes etmeyi düşünmemiş. Sorunlar karşısında en kolay çözümü bulmaya çalışmış ve meditasyon yapmış. Kendini bilmeye ve tanımaya çok önem vermiş(hâlâ da veriyor).

Sevil Görücü Peker, hayatı boyunca annesi, babası ve eniştesinden ilham almış. Köyden çıkıp aldığı eğitim sayesinde NATO’da çalışabilen eniştesinin, kendine çalışmanın önemini gösterdiğini vurguluyor. Üniversiteyi geç yaşta bitirmiş olsa da hayata dair hiçbir pişmanlığı olmadığını söyleyen Peker; kendi yaşamında hiçbir şeyi değiştirmek istemediğini, yaşadıklarının kendisine çok şey öğrettiğini söylüyor. Son olarak bir toplumun gelişmesinde kadının önemli rolü olduğunu vurgulayan Peker; eğitim hakkına ulaşamamayı, kadınların özgürleşmesi yolundaki en büyük engel olarak görüyor.

Maya Acar (7G) ve Elvin Kahveci’nin (7C)

 

 

 

Sakina İmanova’nın (8B)