Öğrencimize, 16. Attilâ İlhan Liseli Gençler Kompozisyon Yarışması’ndan İkincilik Ödülü

650

Levent Yerleşkemizden öğrencimiz Oya Ok (11G), Attilâ İlhan Vakfı’nın “Kişisel gözlem ve deneyimleriniz ışığında, lise öğreniminin size ilerideki yaşamınız için kazandırdıkları hakkında ne düşünüyorsunuz?” konusu üzerine Türkiye genelinde düzenlediği 16. Attilâ İlhan Liseli Gençler Kompozisyon Yarışması’na katıldı.

Öğrencimiz, 61 öğrencinin katıldığı yarışmada yapılan halk oylaması sonucu yarışmanın jüri üyeleri ile mülakat yapmak üzere ilk on öğrenci arasına girdi ve Doğan Hızlan, Prof. Dr. Aynur Koçak, Gülten Dayıoğlu, Doç.Dr. Kutsal Doğan, Prof.Dr. Murat Özsan, Nursel Duruel, Prof. Dr.Yakup Çelik’ten oluşan jürinin değerlendirme mülakatı sonucunda ikincilik ödülünü kazandı.

Öğrencimizin “Benim Balonlarım Vardı” başlıklı kompozisyonun tam metni: 

BENİM  BALONLARIM  VARDI

Siyah bir kağıdın ortasında yer alan küçük, beyaz bir nokta. Her ne kadar görünmez sanılsa da, kendi varlığını her açıdan belli eden, bazı insanlar tarafından basım hatası veya leke olarak yorumlanırken bazıları tarafından ise kara yüzeye aydınlık katan bir nokta olarak görülen küçük detay. Yetişkinlik çağına girmeye başlayan bireylerin deneyimlediği, süre olarak bakıldığında az, fakat manevi olarak bakıldığında geniş bir alanı kapsayan, iyi ve kötü anıları ile kendini her an belli eden küçük bir detay gibidir lise hayatı.

Televizyonlarda yayınlanan gençlik dizilerine, sinemalarda izlenilen filmlere ve aile fertleri tarafından anlatılan eğlenceli ve macera dolu yıllara kıyasla, lise aslında yetişkinlik çağına geçmeye hazırlanan genç bireylerin hayatın gerçekleri ile birebir karşı karşıya kalarak hayatı olduğu gibi deneyimledikleri bir zaman dilimidir. Gerçekle yüzleşerek değişen ve büyüyen kişiler, tıpkı Nilgün Marmara’nın günlüklerinde yazdığı gibi çocukluklarındaki saflığı yitirerek, yetişkin dünyasının sorumluluklarını üstlendikleri ve hayatı hayat, kendilerini ise bağımsız ve özgür bireyler olarak tanımaya başladıkları bir sürece girerler.

Kişisel gözlem ve deneyimlerim doğrultusunda önceki paragraflarda belirttiğim “Lise” tanımı büyürken lise yıllarını heyecanla bekleyen, her fırsatta büyüme isteğini dile getiren küçük bir kız çocuğunun hayallerinin kırılması sonucu yazılmıştır. Aslında kötü bir lise hayatı deneyimlediğimi beyan etmiyorum, fakat beklentilerimin çoğunun karşılıksız kaldığı aşikar bir durum.

Sıklıkla bu durumu küçükken sahip olduğum anılarla karşılaştırırken buluyorum kendimi, duygularımı ve beklentilerimi bir şekilde somutlaştırmaya çalışıyorum. Sonrasında aklıma bir anı geliyor, o günlük beni bu düşünce buhranından kurtarıyor.

Parkta yürürken aldığımız balonların ipleri çocukluk anılarımı dolduran, hiç farkında olmadığım fakat en değer verdiğim bilekliklerim olurdu. Boyumun yetmediği yüksekliklerde, bulutlar ile birlikte hareket eden sarı balonum ile aramdaki bu ince bağı annem bileğime dolarken hep daha sıkı bağlamasını isterdim, çoğu zaman bileğimde oluşan ip izlerine rağmen. Sarı balonumun gökyüzünde süzülürken kaçıp gitmesinden, güneşle bir bütün olup benden uzaklaşmasından korkardım. Sonrasında parlak rengine bağlandığım balonum beni sürüklerken, bileğimi ve devamında ise çocuk bedenimi çekmesine, onun yörüngesinde hareket etmeye ikna olup, beni kontrol etmesine geçici bir süreliğine izin verirdim.

Büyüdükçe bu durumun değişeceğini düşünürdüm; belli bir yaşa ulaşınca kendi yörüngemi çizeceğimi, üzerimde etki eden tek kuvvetin kendi iradem olacağını. Bazen çok yanıldığımı düşünüyorum; hayatımdaki insanların, çevremde yaşanan olayların, elimde olan ve olmayan türlü durumların benim yörüngemde birer uydudan fazlası olduğu kanaatine varıyorum. Beni ben yapan, kişiliğimi ve benliğimi yaratırken üzerimde etki eden durumların kuvvetine kapılıp yaşadıklarımı algılamaya zaman bile bulamadığım durumlar oluyor; kendimden uzaklaştığımı, kendimi kaybettiğimi, bir kargaşanın içinde bir anda ortadan, kendimden yok olduğumu hissettiğim. Hepsi aslında hayatın girintilerinde tutunacak bir yer ararken yaşanıyor.

Büyüdükçe, geliştikçe, deneyimleyerek öğrendikçe daha çok farkına varıyorum hayatın belirli kademelerden oluştuğuna; her bir kademenin ise her zaman bir sonrakinden daha zor, daha girintili hissedildiğine. Nedense 16 yaş 17’den, 17 ise 18’den büyük hissettiriyor; sanki çocukluğumun belli bir son kullanım tarihi varmış ve o tarihe yaklaştıkça daha çok değerlenmiş, elimden geleni yapmam gerektiğinin baskısı daha da farkına varılacak hale gelmiş gibi. Çocukluğumun son durağı olan lise hayatım da pürüzsüz olacağı beklentisi ile girdiğim fakat hissettiğim baskı ve deneyimler ile beni en çok zorlayan ve bir o kadar da geliştiren ve değiştiren bir kademe oldu.

Pandemi döneminde ortaokulu bitirdiğimi fark etmeden liseye geçtiğimde sahip olduğum tek özelliğin okumaya karşı duyduğum ilgi ve bir şeyler yaratmaya dair motivasyonum olduğunu düşünürdüm. Yüzme takımında yer almanın ve akademisyenlerle dolu bir ailenin içinde büyümenin getirdiği disiplin ile beraber katı ve sert çizgileri olan bir çocuktum. Baskı ve intizam içerisinde geçirdiğim çocukluğum bir kum fırtınası gibi deneyimlediğim her bir duygu ile beraber beni içine çekerken, küçük cam parçaları gibi tenime değen kum taneleri bir daha onarılmayacak hissi yaratan yaralar açardı. Ben de kendimi korumak için yaptığım işlerin kusursuz, hayatımın ise mükemmel bir düzen içerisinde olması gerektiğini düşünürdüm.

Lise yıllarımın sonlarına gelmekle beraber artık bu düşüncelerin hakimiyeti altında yaşamıyorum. Bir Çin atasözüne göre dünyada sadece kusursuz iki insan vardır; biri ölmüş, öteki ise doğmamıştır. Her ne kadar basit bir ifade olarak görünse de, bazı sözleri anlamak ve gerçekten benimsemek için sanırım belli bir olgunluk seviyesine gelip, hatalar yapmak, hayatı bir şekilde deneyimlemek gerekiyor.

İlklerimi yaşadığım lise hayatımda, bir sürü yeni duygu deneyimledim. Hayatımda ilk kez düşük bir not almanın verdiği hayal kırıklığını yaşarken elimden gelenin en iyisini yaptığım bilgisi ile kendimi teselli etmeyi, sonrasında ise yine de çabam için kendimle gurur duymayı… Arkadaşım sandığım bir kişinin ihanetine uğradığımda karnıma giren krampların arasından yine de hayata ve insanlara tekrar güvenebilecek, baştan başlayıp derin bağlar kurabilecek cesareti bulmayı… İlk defa ülkemi temsil etmek üzere bir konuşma yapmak için kürsüye çıkarken sesimin titremesi ve her an yere düşecekmişim hissini bastırarak o konuşmayı bitirmeyi… Endişelerimin, böyle anlarımın önüne geçerek anılarımın oluşumuna engel olmasına izin vermemeyi… İnsan olmayı ve insan olmanın gerektirdiği duyguları anlayarak hayatı deneyimlemeyi liseden öğrendim.

En başta hayat olmak üzere, ben dahil kimsenin mükemmelliklerden oluşmadığını, hata yapmamın çok normal, hatta doğru bir davranış olduğunu, kendim olmanın verdiği özgürlük, güven ve huzurun başka hiçbir yolla sağlanamayacağını ve yaptığım çalışmalarda kendimi yansıtarak, kendimden parçalar bırakmanın, mücadelemin ve azmimizin birer kanıtı olarak asıl başarıya götürecek unsurlar oluşunu da yine bu geçirdiğim kısa ama etkili üç yıl boyunca fark ettim.

Bu çıkarımlarım doğrultusunda tekrardan düşündüğümde belki de balonum hayatı temsil etmiyordu, belki balon bendim ve çekmeye çalıştığım ise önyargılarım, hatalarım ve katılıklarım ile beraber hayatın kendisiydi. Her gün aynı senaryoyu yaşamamın, hiç yol kat edemememin, tıpkı Sisifos’un her gün aynı dağın tepesine taşını çıkarmak üzere lanetlenmesi gibi benim de aynı döngüde hapsolmuş bir şekilde yaşamamın nedeni hayata dair çok bir deneyimim olmamasıydı. Lise hayatımın bana kazandırdığı deneyimler doğrultusunda farklı durumlarla mücadele etmeyi öğrenirken, aynı zamanda bana sunulan bu güvenli fanusta balonumun iplerini çözdüğümde asıl bu bilinci elde etmekti bana en büyük katkısı; sonuçta Henrik Ibsen’in de dediği gibi “Ağacın dalında duran kuşun güveni ağaca değil, kendi kanatlarınadır.

Oya Ok (11G)