Tepeören Yerleşkemizden 9A sınıfı öğrencimiz Ceren Nural’ın “Attila İlhan’ı Okumak, Anlamak ve Anlatmak” adlı kitapta yayımlanan makalesi:
Attila İlhan “Dizelerin Sessiz Çığlığı”
Yaşanmışlıklarından ilham alarak, eserleriyle toplumsal fayda sağlamayı amaçlayan; yaşamı boyunca gözlemlediklerini ve yaşadıklarını, halkın her kesimden insanının yozlaşmış, yitik düşmüş hayatını tüm çıplaklığıyla ortaya seren Attilâ İlhan insana bakış açısıyla, insani değerlerinin farkındalığıyla, yaşama inancıyla beni öylesine derinden etkilemişti ki, onun sayesinde şiirin yaşantının özünü en çok koruyabilen bir tür olduğuna inandım. Bir şey yaşıyorsunuz ve yaşadıklarınızı şiir diliyle yansıtıyorsunuz. Sanatçı, yaşadığı hayat ile şiirleri arasında güçlü bir bağ olduğunu hissettiriyor. Şiirinin büyük bir bölümüne yön veren “gerilim” duygusunun Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı, Ben Sana Mecburum ve Belâ Çiçeği’nde şekillendiğini adeta dönemin içinde bahsedilen mekanlarda, sanatçının insanlarıyla karşılaşarak gözlemledim. “Büyük gerçekler, başlangıçta küfür olarak kabul edilmiştir.” Gabriel Bernard Shaw. Bu cümleden çıkarılabilecek anlam, Attila İlhan’ın şiirinde ve yaşadığı dönemde açıkça görülebilir. Atilla İlhan’ın Duvar’ın ön sözünde ifade ettiği “Biz harp çocuklarıyız. Bunalımların anaforundan geliyoruz Yüksek gerilimler yaşadık. Dünyanın, ülkemizin, kendi kendimizin devrimlerini, değişimlerini gördük…” sözlerindeki ‘sertliğe karşı barış’ düşüncesinin yaşadığım dönemdeki gerçekliği ve gerginliği de ifade etmesi oldukça ilgimi çekti. Günümüzde hala o dönemin sancılarını yaşıyor olmak ve bunu Atilla İlhan’ın şiirlerinden öğrenebilmek beni derinden etkiledi. Attila İlhan’ın yalnızca bir grup veya bir sınıfa değil, tüm halka, her tür insana hitap ettiğini görmek bana, şiirlerini incelediğimde bir hedef kitlenin anlaması amacıyla yazılmamış bu dizelerden sanatçının düşünce yapısı hakkında bilgi sahibi olabileceğimi düşündürdü. Bu düşünceyle oluşturduğum tezimde Attila İlhan’ın sanatı yaşamı sorgulaması ve düşünce yapısı üzerinde durdum. Sanatçının yıllar öncesinden günümüze seslenişini, serzenişini algıladım ve bu öngörünün “nasıl” olabildiğini bulmaya çalıştım. İlhan, şiirlerinde toplumsal gerçekliği ve duyarlılığı kendine has şiir üslubuyla vermeye çalışmıştır. Sisler Bulvarı adlı şiir kitabındaki “Kirli Yüzlü Melekler” şiirinde insanı sahiplenmesi ve yaşama seslenişi dikkat çekicidir. Savaş yıllarıdır, İstanbul’daki yoksul halkın yaşamını ele almıştır. “ sayende sayeban olduk istanbul şehri / sayende sebil olduk aç kaldık sefil olduk / saplanıp hançer misali bir hilal / sokaklar serseri biz serseri / yüksekkaldırım’da…” İstanbul’da yaşayan ve alt tabakayı temsil eden her insanın acısını, yoksunluklarını “sayende” ifadesiyle pekiştirmiştir. Sisler Bulvarı’nı incelediğimde özellikle “Kaptan” bölümündeki şiirlerde modern yaşam insanının yaşadığı gerilimler, kişinin kendisiyle ve toplumla çatışması, içinde bulunduğu çelişkiler şiir diliyle bize aktarılmıştır. Bir nevi, bizi bize sezdirmiştir, iç sesimize ayna tutmuştur da denilebilir. “eğer sisler bulvarı olmasa / eğer bu şehirde bu bulvar olmasa/ hiç kimse beni anlayamazdı on beş sene hüküm giyerdim / dördüncü yılında kaçardım / belki kaçarken vururlardı” Bu dizelerinde şairin kendi içinde yaşadığı dayanılmaz yalnızlık duygusunu getirdiği bir gerilimi hakikatli bir şekilde hissedilir. Yaşanmışlığın getirdiği çaresizlik duygusu adeta benliğinizi bir çelişkinin içine hapseder. “Barakmuslu mezarlığında seyran seyran ölüler / Bir giden bir daha dönmez gitti gider” Sanatçının Barakmuslu Mezarlığı şiirindeki Bekir yaşamın içinden bir gerçekliği yansıtır bize.“Söyleyin dağlar-taşlar ben selamsız oğlu bekir/ İki gözüm iki ateş parçası, iki taş parçası iki elim/ Yıkılası hanede sekiz boğaz altıma bakar/ Gece düşer, barakmuslu mezarlığı dirilir/ barakmuslu mezarlığında seyran seyran ölüler/ Bir giden bir daha dönmez, gitti gider” Son zamanlarda ülke gerçekliğini gözlemleyip sorguladığımda da nice sahipsiz Bekirler olduğu göz ardı edilemez. Sanatçının dizelerinde yapılan yolculuklarda dünle bugünün nasıl da iç içe geçtiği kanıksayarak öğrenilir. ‘Fil ve Karıncanın Savaşı’ hikayesi ister istemez düşünülür. Güçlü filin, karıncaları yok edeceği düşünülse de istenilirse bir olma duygusuyla karınca bile olunsa her gücün karşısında durabilir. “an gelir/ ömrünün hırsızıdır/ her ölen pişman ölür/ hep yanlış anlaşılmıştır/ hayalleri yasaklanmış” Atilla İlhan’ın şiirlerinin konu edindiği dönemde insanlar ne kadar sahiplenseler de, hayallerinin yasaklanması tavrına karşı direnenemişlerdir. “Son umut kırılmıştır/ Kaf dağı’nın ardındaki/ Ne selam artık ne sabah/ Kimseler bilmez nerdeler/ Namlı masal sevdalıları” Yıllar sonra bir sabah önceden gözümüze inmiş perde yasaklanan iki ağaçla kalktı. Onları koruyoruz derken toplanıp tüm hayallerimizin önünde dimdik durmaya başladık. Geçmiş ve günümüz arasında öyle bir kısır döngü var ki geçmişe şahitlik eden gizemler kilitli sandıklarında yer edinirken benzer gizemler günümüzde yeniden oluşmaya başlıyor. Attilâ İlhan şiirinin etkileyici bir yönü de şiirin dekorunda kendinize bir yer edinebilme duygusudur. “Hiç yabancılık çekmem Kaptan’ın şiirlerini okurken. Elbet beni ilgilendiren; acımı, sevincimi, aşkımı, gurbetimi hissettiğim bir tarafları vardır şiirlerinin. Şiirlerindeki toplumsal duyarlılık hemen göze çarpar. Gerek yaşadığı dönem gerekse de yaşadığı çevre etkilemiştir onu. Tüm bunlar da doğal olarak şiirlerine yansımıştır.” (Tosun). Yağmur Kaçağı / Fabrika Durağı bölümünde yer alan şiirlerinin genelinde büyük şehir hayatının gerilimini yaşayan bir kimliğin dizelerdeki yolculuğunu gözlemleyebiliyorsuz “her sene bir eylül bıçaklanır / ufuktan martılar dökülür /sonbahar istanbul’dan utanır / kanlı ellerini saklar utanır / elleri bir serçe gibi üşür” eylül hazan mevsimidir, yalnızlık ve keder duygusudur adeta. Bu duygu büyük şehrin baskısının insanın üzerinde yarattığı duyguyla örtüşür. Büyük şehirler, kalabalıklarıyla, farklı yaşam mücadeleleriyle, her kesimden insanı barındırmasıyla insanları kedere ve yalnızlığa sürükleyen barınaklardır. “yangın gecesini giyinmiştim / ateş istanbul’a bulaşmıştı / yalnızdım zehirdim zehirliydim / bütün köprülerim atılmıştı / gemimi ellerimle batırmıştım / istanbul nefes nefes yanıyordu” “istanbul yanmasa sen yanmasan / ben kendi kendimi yakacaktım” Dizeleri irdeleğimde, ateşin İstanbul’a bulaşması ve şehrin yanması belirgin bir baskıyı, gergin siyasal ortamı bize yansıtmaktadır. “istanbul yanmasa / sen yanmasan” söylemleri de Nazım Hikmet’in “Kerem Gibi” şiirindeki duyguyu anımsatır. Yakın tarihe baktığımızda, ülkeyi derinden sarsan 12 Eylül öncesini 1950’lerden sonrasını ve ülkenin içinde bulunduğu buhranlı dönemi ifade ettiğini de söyleyebiliriz. “gemimi ellerimle batırmışım, yangın gecesini giyinmişim” dizelerinde siyasal baskıların kendi üzerindeki etkisini de sezdirmektedir. Attilâ İlhan’ın yaşamı incelendiğinde , şiirlerini yazdığı yayımladığı dönemlerde, Nazım Hikmet gibi, büyük bir baskı altında olduğu ve takip edildiği, yaşamının tümüne yakın bölümünü gerilimli bir şekilde yaşadığı, güven duygusundan yoksun olduğu gözlemlenmektedir. Adeta, bir bilinmezliğe yürümekte ve yaşamının belirsizliği onu farklı bir kedere ve isyana sürüklemektedir. İlhan, dizelerinde gerilim duygusunu, yaşama bakışını toplumcu gerçekçi anlayışla yansıtmış ancak istibdat nedeniyle bu d
uygu yoğunluğunu örtülü bir anlatımla ifade etmektedir. “ellerini ellerimin üstüne koy on sekiz / sen de bir ıslık uydur / ömrümüzü bir suç gibi ayarlamadık mı /ağır bir hüküm giyer gibi öleceğiz” Yorgun Serüvenci şiirinde yaşanmışlıklarının tedirgin tecrübesini, yaşama korkulu bakışını açık bir şekilde gözlemliyoruz. Siyasi dönemin etkin bir özelliği olan “haksızlığa uğrama duygusu, anlatıcıyı mücadeleden vazgeçirmemiştir. Belirgin bir baskı vardır, ancak her ne kadar ağır bir hüküm giyilse de herkesin “bir olma, bir düşünme” zamanıdır. “inadın nagant gibi koltuğunun altında / oynamakta direnmek ne demek düşündün mü? / en hızlı manşetlerin en gergin saatinde / tırmandığın ipin nereden çürüdüğünü / ne gün kopacağını kestiremeden / inadın nagant gibi koltuğunun altında / tırmanmakta direnmek ne demek düşündün mü?” Yaşamakta Direnmek şiirinin dizelerine bakıldığında, bir anlamda kişinin kendisini sorgulaması, içinde bulunduğu çatışmayla yüzleşmesi ve belki de mücadele için cesaretlendirilmesi söz konusudur. “beni bir kere dövdüler çok gözlüklüydüm / daha bere giyiyordum bıyıklarım da duruyor “ Belâ Çiçeği / Beni Bir Kere Dövdüler şiirinde, tarihsel sürece bakıldığında diğer şiirlerini tamamlayıcı bir gerilim temine rastlıyoruz. Düşüncelerinden dolayı yargılanan, ruhsal ve fiziksel baskıya maruz kalan, aydınlarımızın sıkıntılarını yansıtır. “Çok gözlüklü ve çok bıyıklı” dönem aydınlarının fiziksel portresidir. “şalteri indirecekti birazdan son işçisi son vardiyanın / dışardaki kalabalık sessiz ve kararlı dayatıyordu bin başlı on bin ayaklı sanki bir devdiler / grev oylamasında bir ağızdan grev dediler” grev oylaması, bu dizelerde şair net bir şekilde işçi-emekçi kavramını dile getirmiş, sosyalist gerginliği belirgin bir sembolle ifade etmiştir. İşçilerin bir olma duygusuyla devleştiklerini, yılmayan direnişlerini, kararlı duruşlarını okuyucuya ulaştırmaktadır. Günümüzde de mütemadiyen hatırlanılması gereken bir durumun ve tavrın habercisidir. Şiirlerde yer alan gerilim, hatıralarıyla yüzleşmesi şeklinde işlenmektedir.
Şairin dönemine uygun bir şekilde kendini görevli, bir misyona sahip hissettiği, asıl görevinin şiir yazmak kadar, belki de ondan önce dünyayı özellikle Türkiye’yi değiştirmek olduğunu unutmamak gerekiyor. Attilâ İlhan’ın en önemli özelliği olan kuşkuculuğu, var olanla yetinmeyip hep daha ötesini aramasıdır bunun nedeni. Resmî tarihi de, toplumcu düşüncenin tarihini de incelemiş, tartışmıştır. Daha ötesine geçmek istemektedir. (Çelik) Attila İlhan, toplumdan ilham alan, toplumu hedef alan ve yüreğini kaleminin düşüncesiyle özdeşleştiren bir sanatçıdır. Şiirlerinde, toplumun en küçük sembolü olan insanın mücadeleye ve varoluşuna olan inancına verdiği büyük önem ile sanatçı, okurlarına kendi bakış açısından insan ve toplumu anlatmış; olmuş olanın dışına çıkarak, toplumun beklediği, umut ettiği hesaplaşmalara, bu hesaplaşmaların kurgusuna da yer vermiş ve bu bağ ile Attila İlhan şiirinin özgünlüğünü benimsetmiştir. Dizelerindeki gerilim, yaşanmışlığının sessiz çığlığı olarak toplumun da direnişinin ve direnmesi gerektiğinin vurgusudur. Haksızlığa karşı verilen mücadele ve adalet algılayışı onun şiirinde düşüncenin yargılanışıdır. Attila İlhan için mücadele ve aydınlık gerçekçilik düşünce ve duygusunun topluma yansıması açısından amaca yönelik bir araç olmuş, dizlerindeki serzeniş, anlayış, kabulleniş, isyan duyguları yaşama bakışının ve duyarlılığının algılanmasını sağlamıştır. Attila İlhan şiiri, sanatçının yaşama tavrının ve insanın içsel yolculuğunun saptanmasıdır.
Ceren Nural (9A)