Lise Sosyal Bilimler ve Felsefe Bölüm Başkanımız Fırat Güllü’nün 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi Kutlaması kapsamında Terakki Vakfı Kültür Merkezi K1’de yaptığı konuşma:
Gelibolu 1915
Nasıl yüzüm kızarmasın görünce karşımda
On binlerce insanın yakın ölümlere gittiğini?
Bir esinti uğruna, şan olsun diye,
Mezara gidiyorlar yatağa gider gibi.
Birkaç dönüm yer savaşıp alacakları,
Orduların kılıç oynatmasına elvermez,
Ölülerin gömülmesine yetmez bir avuç toprak.
- Shakespeare /Hamlet
Bir savaşı yaşamadan onun yarattığı yıkımı gerçek anlamda asla anlayamayız. Ama bu, savaşları engellemek için illa ki toplumların savaş olgusuyla doğrudan karşılaşması gerektiği anlamına da gelmez. Tarihsel empati, mantık ve hayal gücü büyük yıkımlar yaşamaya gerek duymadan büyük felaketleri engellemek için bizi harekete geçirebilecek güçlerdir aslında. Şimdi biraz hayal gücümüzü devreye sokalım: Yere çizilmiş iki çizgi hayal edelim. Birinin üzerinde biz duruyoruz. Yaklaşık 100 metre ötede diğer bir çizgi var. Bir silah sesi duyuyor ve koşmaya başlıyoruz. Tüm amacımız karşıdaki çizgiye ulaşmak ve onu geçmek. Bu sahne bir olimpiyatta gerçekleşiyor olsaydı başlangıç çizgisinden yola çıkanların muhtemelen tümü diğer çizgiyi geçecek, bitiş çizgisine son ilk ulaşan kişi tarihe geçecek, ülkesinde gerçek bir kahraman olarak karşılanacaktı. Oysa aynı koşuyu 1915’te Gelibolu’da yapan yüzbinlerce genç insan bir siperden diğerine ulaşmayı beceremeden düşüp kaldılar. Bitiş çizgisini aşmayı başarabilenler de son derece acımasız bir itiş kakış ortamında düşman siperlerinde can alıp, can verdiler. Yüz binlercesi yaşanacak bir dolu günü olabilecekken, gençliğinin baharında bu dünyaya veda ettiler. Evet, tahmin ettiğiniz gibi Çanakkale Savaşı’nda bahsediyorum. 18 Mart 1915’te, 102 yıl önce Çanakkale’de İngiliz-Fransız ortak donanmasının başarısızlığı ile sonuçlanan bir deniz savaşı gerçekleşti. Ancak ne yazık ki Çanakkale’deki savaş o gün sona ermedi. Tam tersine çoğunuzun bildiği gibi bir yıla yakın sürecek kanlı bir kara savaşına dönüştü.
Bu kara savaşında yaşananlar, geride bıraktığımız yüz yıllık zaman dilimi içerisinde çok sayıda filme, romana ve sanat eserine konu oldu şüphesiz. Sonraki yıllarda “Ölü Ozanlar Derneği”, “Truman Şov” gibi büyük ün kazanan Avustralyalı yönetmen Peter Weir’ın 1981 yılında çektiği, Mel Gibson’a ilk kez uluslararası şöhretin kapılarının açıldığı efsanevi film “Gelibolu” az önce bahsettiğimiz basit karşıtlık üzerine kurulmuş nefis bir filmdir. Antik Yunan’da 4 yılda bir olimpiyatlar düzenlenirdi ve farklı şehirlerden gelen gençler birbirleriyle rekabet ederlerdi. Ama Antik Yunan dininin bazı gereklerini temel alarak düzenlenen bu müsabakalar sırasında tüm savaşlar durur ve Ege’de kesin bir barış ortamı hüküm sürerdi. “Gelibolu” filmi bize tam tersi bir hikâyeyi anlatır: Geleceğin yüz metre olimpiyat şampiyonu olmaya aday iki Avusturalyalı gencin, savaş propagandasına kapılarak ve biraz da macera peşinde koşarak nasıl Çanakkale’ye sürüklendiklerine, olimpiyat stadyumunun kırmızı kumu yerine, nasıl Gelibolu’nun kıraç kayalıklarına saplanıp kaldıklarına odaklanır. Ve sonra her ikisi de en iyi bildikleri işi yaparlar: biz çizgiden diğerine koşarlar, tek fark şudur ki bitiş çizgisine ulaşmaları gerçekten çok düşük bir ihtimaldir.
Tüm bu yoğun trajediye, yüzbinlerce gencin hayatlarının baharında yaşamlarını kaybettiği gerçeğine rağmen bazı tarihçiler Çanakkale Savaşı’nı “son centilmenler savaşı” olarak adlandırmayı tercih ettiler. Savaş koşullarının tüm acımasızlığına rağmen insani değerlerin yok olmamak için mücadele ettiği bir savaştı bu. Kutsal olduğu iddia edilen amaçlarla hayatlarının en verimli ve en güzel çağında birbirlerini öldürmek için siperlere tıkıştırılmış milyonlarca insan birbirleriyle tütün ve sigara takas ederek, birbirlerine yiyecek sunarak, yanı başlarında bilmedikleri bir dilde türkü söyleyen yaşıtlarının sesine kendi türküleriyle yanıt vererek her şeye rağmen insan olarak kalmaya devam etmek için alttan alta mücadele ettiler. Avusturalyalı askerler günlüklerine şu sözleri yazabildiler örneğin: “Türk’e hiç düşmanlık hissi beslemediğimin farkına vardım. Sadece ben değil hepimiz de… O artık bizim için adı “Abdül” ile başlayan birisi değil, Johnny Türk idi. Yani adeta dert ortağı olmuştuk.” Biz de Gelibolu’da ölü giden o askerlerin annelerine Çanakkale’deki anıtta yer alan şu sözlerle yanıt verdik: “Onlar, bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Çanakkale Savaşı’nda sömürgeciler sömürge askerlerini düşünmeden ölüme gönderdiler. Avrupalı beyaz generaller Asyalı, Afrikalı ve Avusturalyalı renkli ırkları tereddüt etmeden ölüme gönderdiler. Ve ne yazık ki yaşlılar kendi gençlerini bir an bile düşünmeden ölüme gönderdiler. Oysa böyle olmamalıydı, böyle olmamalı. Gençlerimizi savaşın felaketlerinden korumak, yaşayacakları uzun yılları onların elinden almamak en önemli amacımız olmalı. Bizler sizleri düşünen, sorgulayan ve kendi kararlarını verebilen duyarlı gençler olarak yetiştirirken, sizlerin savaşları kışkırtacak değil tam tersine engelleyecek birer nefer olmanızı istiyoruz. Umarım sizlerin dünyası savaşın değil barışın galip geldiği bir dünya olur.
Fırat Güllü
Terakki Vakfı Okulları Özel Şişli Terakki Lisesi
Sosyal Bilimler ve Felsefe Bölüm Başkanı