Uzun zamandır dikkat, konsantrasyon, dürtü kontrolü, performans artırma alanlarında çalışan doktor, araştırmacı ve danışman olan Sayın Kerem Dündar’la “Beyin ve Öğrenme” konusunu konuşmak adına bir araya geldik. Sayın Dündar, beyin gelişiminde özellikle çevresel faktörlerin önemine vurgu yaparak bizlere farklı bakış açıları sundu. Keyifle okuyacağınız bir röportaj olması dileğiyle…
Bir sinir bilimci olarak günümüz çocuklarının yoğun olarak öğrenme sürecinde hangi zorlukları yaşadıklarını düşünüyorsunuz?
Günümüzde nerdeyse tüm çocukların dikkatsiz olarak nitelendirildiğini görüyorum, hatta birçoğuna ilaç kullanması bile önerilebiliyor. Bu konuda bir çaresizlik olduğu düşünüyorum. Kimler çaresiz derseniz öncelikle çocuğun kendisi çaresiz; çünkü beyin kendi haline konsantre olabilen bir organ değildir. Konsantrasyonun sağlanması için çocuğun yaptığı davranışlar sonucunda geri bildirim alması ve bu deneyimleri tekrar tekrar değerlendirerek öğrenmeyi gerçekleştirmesi gerekiyor. Konsantrasyon yani dikkatin kontrolü bu noktada öğrenilmesi gereken davranışların başında geliyor.
Aslında geçmişte geribildirimle öğrenmenin gerçekleşmesi için çok sade bir ortam vardı, uyaran çok daha azdı. Çocuklar anne babaları ile daha yoğun bir temas içindeydiler ve 2-3 yaşına kadar geçen bu dönemde öğrenmenin temeli sağlam bir şekilde oluşturuluyordu. Çocukların yaşadıkları küçük deneyimler, anne babanın verdiği geri bildirimlerle öğrenmeye dönüşüyordu. Bugün ise çocukların hayatında çok fazla uyaran var ve çocuğun konsantre olmayı öğreneceği süreç uzadı. Eğitim sisteminde ise bunlarla ilgili yaptığımız etkin düzenleme maalesef henüz çok az. Bu noktada anne babanın çok önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Dikkati ve öğrenmeyi geliştirmek için bir çocuk ne kadar eğitim alınırsa alınsın, ilaç dahi kullanılsın ailenin sunabileceği geliştirici ortam kadar hiçbirinin etkisi olmaz. Elbette verilen destekler beynin düzenlenmesine bir parça etki sağlar ancak bunun sürdürülebilmesi için ev ortamının buna uygun düzenlenmesi ciddi önem taşıyor. Bu noktada da ebeveyn eğitimi gerekiyor ve bizler danışmanlıklarımızda önceliği ebeveyn eğitimlerine ayırıyoruz. Bu yüzyılda çocuklarımızın daha yaratıcı, duygusal zekâsı ve bilişsel esnekliği yüksek çocuklar olmasını sağlamak istiyoruz, biliyoruz ki aksi takdirde onları geleceğe taşımak zorlaşacaktır.
Anladığımız kadarıyla öğrenme çevresel değişkenlerle şekilleniyor. Peki, salt beyni ele alırsak, nasıl bir organ beynimiz? Nasıl işliyor?
Aslında ben beyni anlatmanın ötesinde bir şeyler söyleme taraftarıyım, beynin kimyasını ya da işleyişini ele almanın kişinin günlük yaşamına katkısı olacaksa bile bu teorik bilgilerin ötesinde uygulamaya dönük bilgilerin katkısını önemsiyorum. Çocuk, aile ve öğretmen bu bilgileri nasıl ele alacak ve hayata nasıl geçirecek bu önemlidir. Örneğin dopamin nedir diye anlatıyorum ama anlattıklarım dopamin nediri bilmenin etkisinin ötesine geçiyor. Bir akademisyen değilseniz ve bu konulara özel bir ilginiz yoksa eğitimde bilinmesi gerekenler aslında beyinle ilgili bilgilerden daha çok beynin fonksiyonlarına dair olan davranış bilimidir.
İnsan beynini etkin bir şekilde kullanırsa elbette başarılı da olur, mutlu da olur. Peki, biz beynin dikkatini toplayabilme, konsantre olma kabiliyetini yaptığımız müdahalelerle nasıl düzenleriz? Beyin çalışırken oluşan kimyasal aktivitenin yansıması olarak bir elektriksel aktivite üretir. Bu elektriksel aktivitenin çıktısı olarak da beyin dalgalarını kaydedip analiz edilebilir. Bilgisayar ara yüzü teknolojileri ile çocukların dikkatli olduğu anda çıkardığı dalgalar tespit edebilir. Beyinde her davranışın karşılığında farklı dalgalar oluşur. Dikkat davranışına karşılık gelen bir dalga vardır ve henüz dikkat etme konusunda yeterli olmayan çocuklarda bu dalga yeterince güçlü değildir. Dikkatinde sorun olan çocukların bu beyin dalgalarını düzenlemek için bilgisayar ve oyunlaştırma yöntemlerini kullanmak güncel teknoloji ile mümkün hale geliyor. Yine de işin beyin tarafında gerekli düzenlemeler yapabilse bile aslında beyni o hale getiren çevreyi düzenlemeden hedeflenen başarıya tümüyle ulaşmamız mümkün olmuyor. Bu nedenle teknik işlerin yanında mutlaka aile eğitimi ve öğretmen eğitimine çok önem veriyoruz. Yeni teknolojinin de yeni teorik bilgilerin de onu iyi kullanan kişilerin elinde amacına ulaştığını defalarca deneyimlemiş bir uzman olarak önce doğru tanının konmasını ona istinaden uygun dönüşümlerin bütüncül olarak yapılmasını öneriyorum.
Ailelerin çocuklarının beyin gelişimini olumlu etkileyebilmek adına yapabilecekleri neler var? Örneğin beslenmenin, fiziksel aktivitenin beyin gelişimi üzerine olumlu etkilerinden bahsediliyor. Bu konularda neler söyleyebiliriz?
Beslenme gerçekten beyni geliştiriyor. Hiç karbonhidrat almazsak beyin fizyolojisinde sorunlar yaşanıyor aynı zamanda çok karbonhidrat almakta -çocukların çok fazla abur cubur yemesi- beyin üzerindeki etkileri yüzünden hiperaktivite, dikkatsizlik başta olmak üzere pek çok semptomu tetikliyor. Beslenme bilimini detaydan uzak tanımlayacak olursak beden farklı enerji kaynakları olan karbonhidrat gibi yağ ve proteine de ihtiyaç duyuyor. Doğa da bunlara farklı besinlerden ulaşmamıza elverişli pek çok alternatif sunuyor. Bu nedenle kişinin beslenme konusuna bağlı beyniyle ilgili ciddi sıkıntılar yaşaması çok da karşılaştığımız bir durum değildir.
Sporun, fiziksel aktivitenin beyin gelişimin çok etkisi vardır. Kas hareketleri esnasında beyin geliştiren “nöro-growth” faktörler salgılanıyor. Bu faktörler beyin dokusunu güçlendiriyor. Beynini en etkin kullanan örnek alınası gerektiğini düşündüğüm Mustafa Kemal Atatürk’ün belirttiği gibi sağlam kafa sağlam vücutta bulunuyor. Belirli hareketlerin art arda yapıldığında öğrenme konusunda beyin gelişimini olumlu etkilediğini ortaya koyan pek çok uygulama geliştirilmiştir.
Ama bunların hiçbiri insanın hayatta yaşadığı deneyimin beyin üzerindeki geliştirici etkisinin yerini dolduramıyor. Yani aileler çocuğunu hata yapar korkusuyla deneyim yaşamaktan alıkoyuyorsa bunun eksikliğini onu daha iyi besleyerek, özel kurslara göndererek telafi edemezler. Beynin esas gıdası bilgi ve deneyimdir. Bunlardan sonra elbette daha iyi beslenmekten, daha farklı eğitim programlarından da istifade edilebilir.
Deneyim edinmek, bilgi edinmek çok önemlidir. Bunun da en bilinen yöntemi kitap okumaktır. Kitap okumak maalesef bazen çok klişe bir öneri gibi algılanmakta ancak beyin gelişiminde önemini fazlasıyla sürdürmektedir. Bu çok sorulan bir sorudur: “Çocuğuma nasıl kitap okuturum?” Ebeveynler çocuklarının kitap okumasını bekliyor, ancak bu konuda kendisi okumayan ebeveynin bunu çocuğundan istemesi, okusan iyi olur demenin ötesine geçemiyor. Hâlbuki çocuklar sizin söylediklerinizi yapmak yerine yaptıklarınızı kopyalamayı seçerler. Bu nedenle ona ilham olacak davranışlar, kuru önerilerden çok daha fazla fayda sağlıyor.
Aslında çoğu zaman şunu yap demek bir çocuğun o davranışı yapmaması için en pratik yol bile olabilir. Genelde neden okuması gerektiği, kitap okumanın neden önemli olduğu aile tarafından yapılarak gösterilirse o zaman çocuk o davranışı çok daha kolay kazanabilir. İnsanın doğasında kendisi için faydalı olacağına inandığı davranışı kopyalama içgüdüsü vardır. Elbette bunun için insan insana olan etkileşim oldukça önemlidir. Eğer biz çocuklarımıza etkili olacak şeyi insan insana etkileşim ile veremezsek, çocuk bu tatmini yaşayamazsa o zaman bunu sanal dünyada aramaya başlıyor. Unutmamalıyız ki, sosyal medya beyinde diğer bağımlılıklarla aynı mekanizmayı tetiklediği için biz çocuklarımızla iletişim kuramadığımızda, çocuğumuza fiziksel dünyada mutlu olma şansı tanımadığımızda çocuğu sanal dünyaya itmiş ve bir bağımlılığın önünü açmış oluyoruz. Böyle olduğunda henüz dikkatini toplamayı öğrenememiş olan çocuk bir sürü uyaranın olduğu sanal dünya eşliğinde bunu öğrenmekte çok daha fazla zorlanıyor.
Özetle; beynimiz plastik gibi değişebilen, bu özelliğini olumlu kullanmayı öğrenirsek de sınırsızca denecek düzeyde gelişebilecek bir organdır. Eğer aileler çocukları ile ilgili salt isteklerini değil de sabırlarını ve koşulsuz sevgilerini öne çıkararak tutarlı bir biçimde belli ortak kararları uygularlarsa o zaman o çocuk doğru referans noktaları sayesinde beynini geliştirebilir.
Pek çok teorik bilgi nesil geçişlerinde değerini hatta doğruluğunu kaybediyor. Bu noktada önemli olan, anne baba olarak çocuklara zaten her yerde ulaşabilecekleri bilgilerden çok sahip olduğumuz temel değerleri aktarabilmek, tutum ve davranışlarımızla onlara yol gösterebilmektir. Örneğin çocuğa hırsızlık yapmamayı öğreteceğiz ki bugün arkadaşının parasını çalmazken yarın internette de başkalarının hesabını çalmasın, sen çocuğa temel değerleri anlatacaksın ki teknolojik dönüşümü de kendisi bu temel değerler üzerinden gerçekleştirebilsin.
Teknoloji çağında yaşıyoruz. Teknolojinin getirdiği etkiler konusunda ne düşünüyorsunuz?
Her ne kadar teknolojinin hızla değiştiği bir dönemde yaşıyor olsak da temelde bazı şeyler öyle hemen birkaç nesilde değişmiyor. Annenin çocukla iki yaşına kadar olan iletişimi halen çok önemlidir. Bugün tabletler bu yaş aralığındaki çocukların gelişimine iyi gelmiyor; çünkü çocuğu tabletle baş başa bırakıyoruz. Hâlbuki yazılımcılar anne ve çocuğun birlikte oynayabileceği, annenin oyuna müdahil olabileceği tablet oyunları geliştirirse, o zaman tabletlerin kullanılmasına başka bir gözle bakabiliriz. Bu noktada neyi neyle kıyasladığınız çok önemlidir. Teknoloji annenin çocuğun gelişimindeki önemini azaltmıyor. Teknoloji ailenin elini güçlendiren bir şeye dönüşürse ki er geç olacak, işte bence o zaman anlam bulabilir.
Biz dijital dünyayı, teknolojiyi yanlış yerden yorumluyoruz. Yanlış yerden yorumladığımızda da önyargılar geliştirip tepkisel davranıyoruz. İşte o zaman da kuşakların arası açılıyor; anne baba çocuğu, çocuk da anne babayı anlamıyor. Oysa bizler aynı yerde buluşamazsak birbirimize katkımız düşer. Çocukla iletişim içinde olan anne babalar ve öğretmenler teknoloji hızla ilerlerken bu hızlı değişimin ve dönüşümün gerisinde kalamazlar.
Yakın bir zamanda yazı yazmak istemeyen bir çocuk geldi bana, annesi ile bundan sonra bir daha kalemle yazı yazmayacağına dair inatlaşmış. Annesi de peki yazı yazmayıp da ne yapacaksın diye sorduğunda tablette yazacağını söylemiş. Annesi buna karşılık yazdığı yazıları buzdolabına nasıl asacağını sorduğunda ise ilerde üstünde tableti olan buzdolaplarının olacağını söylemiş. Anne ile çocuk sorunun çözümü konusunda bir yol alamayınca, farklı merkezlere başvurmuş destek almış ancak çözülmeyince bana kadar gelmişler. Bu durumda çocukla inatlaşmamak gerekiyor. Günümüzün öğretmenleri de bunu bilmelidir. Çocuklara niye yazı yazmayı öğretiyoruz, sadece yazsın diye öğretiyorsak, bu çok da doğru değildir aslında. Ona yazı yazmayı neden öğrendiğini de öğretmeliyiz. Bir şeyi öğrenebilsin, öğrenirken sabredebilsin, bu süreçte motor davranışı da edinebilsin diye öğretmekteyiz. Bugün yazı yazmayı öğrenmek için çocuk çaba sarf ederse, yarın bu gayretini belki de sanal dünyada başka bir deneyim için kullanabilecektir. Okulu bırakacak noktaya gelen bu çocuğa ben de söylediklerin mantıklı olabilir, yazı yazmaya ihtiyacın da olmayabilir; ancak bunun nasıl öğrenildiğini bilmeye ihtiyacımız hep olacak; çünkü bu senin ilerde hayalini kurduğun teknolojileri kullanırken de işine yarayacak diye açıkladım. İşler bu açıklamayla bile bir miktar yoluna girdi. Burada hem aile hem de öğretmenler sözleriyle problemin büyümesine sebep olmak yerine, çözüm nasıl bulunur o konuda kolaylaştırıcı ve yaratıcı olmalı diyebiliriz.
Yaş dönemine göre beynin gelişimi ve bu konuda ailelerin tutumu nasıl olmalıdır?
Çocuğun beyni doğduğu andan itibaren çok yeteneklidir. 5 yaşına kadar daha çok algısal ve duygusal kısmı gelişir, henüz frontal lobu yani karar alma kısmının gelişimi başlamamıştır. Bu yaşta çocukların istekleri oluşur ama karar alma mekanizmaları henüz kontrol altında olmaz. 5 yaşındaki çocuklara bile bazen hadi sen seç ayakkabını denildiğini görüyorum. Oysa o yaştaki bir çocuğun beyni buna karar verebilecek yeterlilikte olmuyor. Bunları bilmek çocukla etkileşimi artırıyor, bu konularda düzenlemeler yaparak sürecin sağlıklı geçmesini sağlıyor. Eğer beyinde o bölge henüz gelişmemişse o aktiviteyi beklemek çocukta stres oluşturuyor ve pek çok problemin temeli daha bu çocukluk aşamasında atılıyor. Aslında bilinçli aile ve çevre çocuğun iyi bir kişilik örüntüsü geliştirmesine ve sonrasında daha sağlıklı bir psikolojiye sahip olmasına en büyük katkıyı sağlıyor.
Ergenlik çağını ise çocuğunuzun yıllarca annesinin babasının frontal lobu kullanma dönemini bitirdiği artık kendi frontal lobuna geçiş aşaması olarak tanımlayıp aileleri bu konuda bilinçlendirmeyi çok kıymetli buluyorum. Bu bazen gençleri anlama konusuna ışık tutarken bazen de ebeveynin farkındalığına katkı sunuyor. Burada biz sinirbilim bilgisini gündelik hayata aktararak çözümlere yaratıcılık ve farklı bakış açıları katmış oluyoruz.
Genellikle bir sorun olduğunda bunun kaynağı ailenin tutumuyla ilişkili olabiliyor. Bu tip sıkıntılar söz konusu olduğunda ben de çocuklardan ziyade ebeveynlerle çalışıyorum. Çünkü benim için çocuğun içinde bulunduğu çevre ve çocuğun çevreyle etkileşimi önemlidir. Çocuğun beyni gelişme aşamasında ve potansiyeli çok yüksek, çocuk geri bildirim alabiliyorsa çözüm için hemen aileye yönelip anne babalara şunu anlatıyorum: Anne babalar öncelikle çocuklarını koşulsuz sevmeli; beş yaşına kadar çocuklar siz ebeveynlerin kontrolü altında olmalı, sonrasında ise sonuçlarına katlanamayacağı davranışlarda halen korumacı olunsa bile onun dışında öğrenmesi için ona tecrübe edeceği alanlar bırakılmalı ve bu noktada çok da ürkek davranılmamalıdır. Onun tecrübelerini yaşamasına müsaade edilmelidir. Tabi bu noktada bir önemli husus da çocuğun istediklerini yapma, yapmama konusudur. Çocuğun canı her şeyi ister. Ben anne babaya bunu niye yaptınız diye sorduğumda, çocuk istedi cevabını almam bazen dışardan bakan bir göz olarak anlaşılamaz bir şey bile olabiliyor. Çocuk her şeyi yapmayı arzu eder, ancak arkasında durabildiğinde arzu isteğe dönüşür, bazı arzularını yapabilip bazılarını yapamayacağını, bazılarının sadece arzu seviyesinde kalacağını zaman içerisinde öğrenecektir, tabi ailesi buna izin verirse. Her çocuk her şeyi yapmaktan keyif almaz. Temelden getirdiğimiz mizacın da farklı olduğunu düşünürsek çocuğun yeteneği ile örtüşecek, kendini mutlu hissetmesini, keyif almasını sağlayacak şeyleri bulması konusunda hem anne babaların hem de öğretmenlerin kolaylaştırıcı olmaları önemlidir, bu konu onun her isteğini yerine getirmekten tamamen farklıdır.
Okul ve aile işbirliği nasıl olmalıdır?
Elbette her velinin çocuğunun aldığı eğitimi, bu eğitimi sunan kadroyu takip etme sorumluluğu vardır. Bu noktada takip öğretmenin ne yaptığını kontrol etmek değildir. Çocuğun öğretmeni ile olan etkileşimini gözlemlendiğinde çok daha verimli ve sürdürülebilir bir katkı sağlanır. Veli, çocukla öğretmenin iletişimini takipten sorumludur. Burada amaç öğretmeni yönlendirmek değil de, öğretmeni bilgilendirmektir. Öğretmen sınıfta çocuğa bir şey söylüyor ama akşam evde çocuğu göremiyor, bu nedenle velinin, yaptığı şeyin etkisi konusunda öğretmene geri bildirim vermesinde elbette fayda vardır. Geri bildirim vermek çocuk ile öğretmen arasındaki etkileşimin gücünü artırmak adına yapılırsa kıymetli olur. Okul hayatı başladıktan sonra öğretmenin rolü, çocukla uzun süre vakit geçirdiği de düşünülürse çok önemlidir. Dünya umudunu hala iyi insanlar üzerinden korumakta ve iyi insanların sayısının artmasına bel bağlamaktadır. Bugün çocuğunuzun veya bir öğrencinizin dünyayı daha iyi bir yer yapacak yeni lider, yeni bilim insanı, yeni sanatçı olacağını bilseniz ona nasıl davranırdınız, hep bunu düşünün ve ona öyle davranın ki dünya sizler sayesinde biraz daha iyi bir yer olsun.
Bu yazı Gelişim dergimizin 2018/15 sayısında yayımlanmıştır.