Gelişim, doğum öncesinde başlayan ve yaşamın sonuna kadar devam eden değişimleri kapsayan bir kavramdır. Anne-baba olarak daha anne karnındayken çocuğumuzun gelişimini desteklemek için birçok kaynağı okur, uzmanları dinler, araştırmalar yaparız. Onun gelişimini desteklemek için yapabileceğimiz ilk etkinliklere daha anne karnındayken başlarız. Müzik dinletir, onunla konuşur en önemlisi iyi bir hamilelik dönemi olsun diye sakin kalmaya, huzurlu olmaya çalışırız.
Doğumla birlikte gözlerimiz, yaklaşık 3-3,5 kilo ağırlığında ve 50-55 cm boyunda dünyaya gelen bebeğimizin üzerindedir. Onun nefesini dinler, boyunun uzaması, kilo alması, baş çevresinin çapı, ağlaması, uykusu, anne sütü alıp almaması her şey ama her şey son derece önemlidir. Artık dünyaya getirdiğimiz bebeğimizin büyümesi ve gelişimi tüm ailenin odak noktasıdır. Elbette ki bu bebeği şu dünyada en çok seven ve en çok düşünen sizler yani onun annesi babası olanlardır. Onu gözümüzden sakınır. Elimizden geldiğince korumaya çalışırız. Yaşama ilk adımlarını atan bebeğimiz için her şeyin en iyisini yapmaya, en detaylısını düşünmeye çalışırken üstelik de onu bu dünyada en çok seven insanlar olarak acaba farkında olmadan onun gelişimini engelliyor, onun olumlu davranışlar yerine olumsuz davranışları edinmesinde rol oynuyor olabilir miyiz?
Öncelikle bu soruya doğru yanıt bulabilmek için çocuğumuzun gelişim dönemi özelliklerini iyi tanımamız gerekiyor. Böylece hangi davranışların yaşına, gelişim özelliklerine uygun hangilerinin ise değişmesi gerektiğini ayırt edebiliriz. Bir çocuğun gelişimi bedensel, bilişsel, sosyal, duygusal, kişilik, ahlak, dil gelişimi gibi birçok alanı kapsar. Uyku, tuvalet ve yemek gibi temel alışkanlıklarda erken çocukluk döneminde kazanılır. Üstelik bu gelişim alanları iç içedir ve bir alan diğerini etkileyebilir. Her alan kendi içinde birçok beceriyi kapsar.
Fiziksel Gelişim ve Özbakım Becerileri
Fiziksel gelişimden söz ederken aklımıza; hareket becerisinin gelişimi, günlük yaşam ve oyun becerilerini yerine getirebilecek hareketlerin gelişimi, parmak uçlarını kullanarak nesneleri tutma, bırakma becerisi, nesne/eşya kullanma, kalem vb. gibi nesneleri tutma becerisindeki gelişmeler gelebilir.
Anne-babaların bir yandan çocuğun fiziksel gelişimlerini desteklemek için çok sayıda oyuncak aldığını, ona fırsatlar sunduğunu görürken diğer yandan onu desteklemek amacıyla ne yazık ki onun adına onun yapması gerekenleri yapmaya çalıştıklarını görebiliyoruz. Son derece iyi niyetle yapılan bu yardımlar çocuğun uygun yaşa geldiği halde kaşık tutamamasına ve yine yaşı geldiği halde kalem tutamamasına, kendi yatağında uyuyamamasına, giyinip soyunmakta veya dişini fırçalamakta zorlanmasına yol açabilmektedir. Bir bebek yaklaşık bir yaşındayken çatal ile bir yiyeceği alıp ağzına götürebilir ya da bu fırsattan yoksun kalan çocuk 5 yaşına geldiğinde hala ebeveyni tarafından beslenebilmekte, dünyaya sağlıklı geldiği halde bir engeli varmış gibi gelişmeye çalışabilmektedir. Onları bu kadar severken ve onları en iyi şekilde yetiştirmeye çalışırken onların kendilerine yeten bireyler olmalarının önüne neden geçtiğimizi bir kez daha sorgulamamız gerekiyor.
Çevremizde televizyon olmadan yemek yiyemeyen, önünde tablet olmadan ağzını açmayan, bir çok yiyeceğin tadını bilmeyen, ağzına meyve almadan büyümeye çalışan veya bir parça köfte parçası boğazına takıldığında çıkarmaya çalışan çocuklar gözlemliyoruz. Beş yaşına geldiği halde çiğnemeyi bilmeyen sadece çorba kıvamında sunulan yiyecekleri yiyen ve aylarca çiğneme becerisini geliştirmek için uğraş verilen çocuklar bir oluyor. Onları bu kadar çok severken, akranları okulda yemeğini bitirip pekiştireçlerini alırken bizim çocuğumuz bu beceriden yoksun (ki yoksun olması için hiçbir sebep yokken), ne yapacağını bilmez bir şekilde etrafı izliyor. Neyse ki çocuklar fırsat verildiğinde bu becerileri çok hızlı kazanabiliyorlar. Aynı çocuk okulda öğretmenlerinin çabası, akran modeli, kararlı ve tutarlı yaklaşımın sonucunda yemeğini yemeye, üstelik farklı yemeklerin tadına bakmaya başlıyor. Okul tarafından, ailelere bunun ne kadar önemli bir beceri, bir alışkanlık olduğu tekrar tekrar anlatılıyor. Ancak aile“ Sizinle yiyor ancak bizimle yemiyor.“ diyor. Onlar için yapamayacağımız hiçbir şey yok, o halde onlar için bunu da yapabiliriz. Bir çocuk kendisi için en doğru kararı veremeyebilir. Her gün patates, makarna, köfte yemenin ne kadar sağlıksız olduğunu yorumlayamayabilir.
Özbakım becerileri arasında yer alan yemek yeme alışkanlığı aynı zamanda fiziksel gelişime özellikle ince psikomotor davranışların gelişimine bağlıdır. Her yaşın gerektirdiği görevler vardır. Biz biliyoruz ki okul öncesi yıllarda kendi başına yemek yiyemeyen çocuk, okul çağı geldiğinde de ödevini kendi başına yapmakta zorlanan bir çocuk olabiliyor. Tüm gelişim alanları birbiri ile ilişkili bir şekilde ilerliyor. Yemeğini kendi başına yiyen çocuk “Ben bunu becerebiliyorum.“ diye düşünmeye başlıyor. Bu düşünce bir yandan çocuğun özgüvenini ve sorumluluk duygusunu geliştirirken diğer yandan girişimde bulunma davranışını da pekiştirmektedir. Psikomotor beceriler geliştikçe çocuğun dökmeden yeme, sınırlı boyama, makas kullanma, ipe boncuk dizme ya da ayakkabı bağcığını bağlama becerileri de gelişecektir.
Yine nasıl ki okul öncesi veya okul çağında yemek yedirmeye devam ediyorsak benzer şekilde bu dönemlerdeki çocuklarımızla aynı yatağı paylaşmaya da devam ediyoruz. Oysa bir bebek hastaneden geldiği akşamdan itibaren kendi yatağında yatabilir. Burada bebeğin sesini duyabileceğimiz bir mesafede olmak önemlidir. Çocuğu ile uyumaya devam eden aileler kendilerine “Ben mi yoksa çocuğum mu benimle uyumak istiyor?“ sorusunu sorabilirler. Uyku da yemek gibi bir alışkanlıktır. Altı yıl birlikte uyuduğunuz çocuğunuzun bu alışkanlığından vazgeçmesi o kadar kolay olmayabilir. Zaman zaman da aileler “Akşamları bir türlü uyutamıyoruz.“, “Gece yarısı oluyor hala uyumamak için direniyor.“ diyebiliyorlar. Uyku öncesi oynanan oyunlar, uykuya geçiş hazırlıkları en önemlisi uyumak için yatağa giren çocukla kurulan iletişim şekli ve yoğunluğu uyku alışkanlığı üzerinde rol oynamaktadır. Çocukta yemek, uyku, tuvalet alışkanlığı ebeveynin tutarlı, kararlı tutumu ve yaklaşımı ile birlikte edinilen davranışlardır.
Bilişsel Gelişim
Okul öncesi dönem beyindeki bağlantıların yaklaşık % 80’inin tamamlandığı yıllardır. Çocuğun gelişimi açısından önemi tartışılmayacak bu yıllarda, ne yazık ki birçok ailenin çocuğuna “Sıkıldıysan televizyon izleyebilirsin. Ya da bilgisayarda oyun oynayabilirsin.” dediğini görüyoruz. Televizyon ve bilgisayar karşısında saatlerce oturan çocuk hem gereğinden fazla uyarıcıya maruz kalmakta hem de oyun yolu ile kazanabileceği birçok beceriden de yoksun olmaktadır. Teknolojik ortamda uyaranlar birkaç saniye gibi kısa bir zaman içinde değişmekte ve beyin bu kadar sık değişen uyaranlara uzun süre maruz kaldığında odaklanma süresi kısalmakta, sebat duygusu zayıflamakta, kaybetmeye tahammül azalmakta, sıra alma becerisinde zorlanabilmektedir. Dikkat, belirli bir anda belirli bir uyarana odaklanabilme becerisidir. Gün geçtikçe daha fazla sayıda çocuğun okullarda sınır problemi yaşadığı, akranlarına yönelik öfke tepkileri gösterdikleri, gerçeklik algılarının zayıfladığı ve göz kontağı sürelerinin kısaldığı ifade edilmektedir. En önemlisi de bazı çocukların bir oyuncakla karşılıklı eğlenerek nasıl oynanır veya teknolojik aygıtlar olmadan zaman nasıl geçirilir, bunu bilmediklerini görüyoruz.
Bir aile ortamında veya bir tatil yöresinde anın keyfini çıkarmak, çevredeki güzelliklerin farkına varmak yerine ellerinde tabletleri ile oyun oynamaya çalışan çocukları görebiliyoruz. Dünyaya sağlıkla gelmiş, belki de organik olarak dikkat eksikliği olmayan çocuklarımızın kendi ellerimizle dikkatini sürdürmekte zorlanan, tahammülsüz, öfke krizleri geçiren çocuklar haline gelmelerine sebep olabiliyoruz. Her şey de olduğu gibi bu konuda da bir sınır olmalı diyoruz. Çünkü biliyoruz ki belli bir yaşa kadar çocukların oto kontrolü zayıftır ve bizim onlara sınırları öğretmemiz gerekiyor. Çocuklarımızın yetişkinlerle veya yaşıtlarıyla yaşına uygun sosyal ilişkiler kurabilme, grup içi davranışları kazanma, sosyal bağımsızlık, özgüven, duyguları tanıma, duyguları anlama, duyguları ifade etme, duyguları kontrol etme ve empati gibi becerileri kazanmalarına destek olmalıyız. Sosyal beceri “Biri ona vurduğunda sen de ona vur demek yerine, kendini koru, sana vurulmasına izin verme ve sen de kimseye vurma.” becerisini kazandırabilmektir.
Çocuğa sunulan uyaranlar onun gelişiminde çok önemli bir yere sahiptir. Zamanın önemli bölümünü robotlarla, silahlarla, bilgisayar oyunlarıyla oynayarak geçirmek yerine çocuğa farklı oyuncaklar sunularak, onun diğer oyunları ve materyalleri tanıması sağlanmalıdır. Oyuncakların yanı sıra, kitap okuma, sinema ve tiyatroya gitme, sosyal bir etkinliğe katılma da çocuğun gelişimi açısından son derece önemlidir. Özellikle çocukla birlikte oynanacak oyunların değeri göz ardı edilmemelidir. Yine çocuğun gelişiminde akranların etkisi de çok büyük bir yere sahiptir.
Sosyal Duygusal Gelişim
Her ebeveyn çocuğunun; arkadaşları olmasını, onlarla oynamasını, zaman geçirmesini, onlar tarafından kabul edilen ve aranan bir çocuk olmasını ister. Çocukları yalnız dolaştığında, arkadaşları tarafından istenmediğinde, alay edildiğinde, hırpalandığında veya o arkadaşlarına fiziksel ya da ruhsal olarak zarar verdiğinde, kendisinden yaşça küçük ya da büyük olanlarla arkadaşlık kurduğunda endişelenir, üzülür. Çocuğu için bir şeyler yapmak ister.
Olumlu becerilerin gelişmesi ve istenmeyen davranışların önlenmesinde arkadaşlık ilişkileri çocuğun yaşamında önemli bir yere sahiptir. Bazen ailenin kazandırmakta zorlandığı birçok davranışı çocuk, akran etkisi ile çok daha kısa sürede kazanılabilir. Okullarda birçok istenmeyen davranış arkadaş ilişkileri yolu ile önlenebilir, değiştirilebilir.
Aile içinde her istediği gerçekleştirilen ya da her istediğini elde eden çocukların akran ilişkilerinde güçlükler yaşadıkları gözlenmektedir. Çünkü bu çocuklar; öğretmenlerinden, arkadaşlarından ve diğer bireylerden de aynı davranışları beklerler. İstekleri gerçekleşmediği zaman karşısındaki bireye karşı saldırgan davranışlar gösterebilirler, daha bencil yaklaşabilirler ve bunun sonucunda yaşıtları tarafından daha fazla reddedilebilirler.
Diğerlerinin duygularını anlamada, empati kurmada, kendi duygularını düzenlemede, duygularını kontrol etmede ve duygularını uygun şekilde ifade etmede güçlük yaşayan çocukların akran ilişkilerinde problemler yaşadıkları bilinmektedir.
Soru sorma, davranışının sonucunu kabul etme, ikilem ile başa çıkma, selamlaşma, davranışının sorumluluğunu alma, hatalarla başarılı şekilde baş etme, kendini takdir etme, arkadaş edinme, akranları ile işbirliği kurma gibi sosyal becerileri akranlarına göre daha az gelişmiş çocukların da akran ilişkilerinde güçlükler yaşadıkları ve bu güçlüklerle başa çıkmada zorlandıkları görülmektedir.
Fiziksel gelişimleri akranlarına göre daha az gelişmiş olan, daha ufak görünen çocuklar, özellikle ergenlik döneminde akran ilişkilerinde zorluklarla karşılaşmaktadırlar. Çocuğun fiziksel görünümü ya da fiziksel bir engelinin olması, çocuğun saçlarının bakımsız, üzerinin kirli, dağınık olması da akranları tarafından reddedilme riski taşımasına yol açabilmektedir.
Bazı çocuklar ise zamanlarının çoğunu yetişkinlerle birlikte ev ortamında geçirdiği için akranları ile nasıl etkileşime gireceklerini bilemezler. Çocuğun arkadaşlık ihtiyacını yetişkinler karşılamaya çalışırlar. Ancak çocuk anaokuluna ya da ilkokula başladığında diğer çocuklardan uzak durma, çekinme veya onları ısırma vb. davranışlar gösterebilirler. Parkta oyun oynarken diğer çocuklar geldiğinde ebeveyninin yanına gelip ne yapacağını bilmez bir şekilde yardım isteyebilirler.
Prematüre doğan ve bu nedenle uzun süre evden dışarı çıkarılmayan, eve başka çocukların kabul edilmediği bir ortamda büyüyen, benzer şekilde kronik bir hastalığı olduğu için akranlarından uzak kalan çocukların da akranları ile nasıl etkileşime gireceğini bilemeyen çocuklar oldukları görülmektedir.
Bir gruba ait olma gereksinimini olumlu davranışları ile değil de olumsuz davranışları yoluyla gidermeye çalışan çocuklar da akran ilişkilerinde güçlük yaşayan çocuklardır. Çünkü bu çocuklar olumlu davranışları ile bir gruba ait olmayı, onların dikkatini çekmeyi başaramazlar. Bu nedenle de olumsuz davranışlar göstererek arkadaşlarının ve yetişkinlerin dikkatini çekmeye çalışırlar. Arkadaşları ise olumsuz davranışlarından dolayı bu çocuklardan korkabilirler, çekinebilirler ve uzak durabilirler. Bazen de bu çocuklar kendilerine benzer özellikler taşıyan çocukları da etrafında toplayarak adeta bir çete oluşturabilirler.
Çocuğun ilk iletişimi ailede başlar. Bu iletişim genellikle anne, baba ve çevresindeki diğer bireylerle gerçekleşir. Sınırlı olan bu sosyal çevre, çocuğun büyümesi ile birlikte genişlemeye, okula başlamasıyla birlikte gerçek arkadaşlık ilişkilerinin oluştuğu bir sürece dönüşür. Arkadaşlık ilişkileri çocuğun, akranları ile bir araya geldiğinde, onlarla iletişim kurmaya başladığında, onlar tarafından kabul edildiğinde, onlarla paylaşımda bulunduğunda gelişmeye başlar.
Arkadaş ilişkilerinin gelişmesi için öncelikle aile, çocuğun içinde yer alabileceği bir sosyal ortam yaratmalıdır. Bu ortam diğer çocukların eve davet edilmesi, çocuğun akranlarının bulunduğu ortamlara götürülmesi, okul öncesi yıllarda yuvaya ya da anaokuluna başlaması şeklinde olabilir. Okul çocuğa çok sayıda fırsatlar sunar. Bu ortamda çocuk beklemeyi, sıra almayı, paylaşmayı, kendini ifade etmeyi ve daha pek çok beceriyi kazanmaya başlar. Yaşı büyüdükçe özellikle ergenlik yıllarında bir gruba ait olma, o grupla birlikte hareket etme vb. davranışlar gelişmeye başlar. Anne-babalar, çocuklarına akran deneyimi kazanabilecekleri fırsatları sunmalı, çocuğun akranları ile bir araya gelebileceği ortamları hazırlamalıdır. Eğer bir çocuk düzenli olarak arkadaşlarıyla, görüşme fırsatı bulamazsa arkadaşlık ilişkilerinin gelişmesi zorlaşır.
Anne-babalar kendi arkadaş ilişkileri ile çocuklarına model olmalıdır. Çocuklarına filmler, kitaplar, oyunlar vb. yoluyla doğru modeller sunmalıdır. Her gün saatlerce saldırgan davranışlar gösteren bir film kahramanını izleyen ya da saldırganlık içeren oyunlar oynayan bir çocuğun bu kahramanlardan olumsuz etkilenmemesi mümkün değildir. Özellikle de okul öncesi yıllarda ve ilköğretimin ilk yıllarında çocuklar kendilerini bu kahramanların yerine koymakta ve benzer davranışları akranları üzerinde denemeye çalışmaktadırlar. Bu nedenle çocuklarımıza uygun modelleri sunmak biz ebeveynlere düşmektedir. Bazen anne-babalar çocuklarının, bu kahramanları çok sevdiğini, oyuncakçıya gidildiğinde de maketlerini alma konusunda ısrar ettiğini ve kendilerinin bu durumla başa çıkmada zorlandıklarından dert yanmaktadırlar. Hatta bazen de anne-babalar “Arkadaşları bu kahramanları tanıyor. Okulda bunlarla ilgili sohbet ediyorlar. Çocuğum dışında kalmasın diye bu tür filmleri izlemesine, oyunları oynamasına izin veriyorum.” diyebiliyor.
Çocuğun arkadaş ilişkilerinin olumlu yönde gelişmesi için anne-babaların çocukları ile daha fazla zaman geçirmeleri, onlarla emir verme, tehdit etme, yargılama, küçük düşürme, öğüt verme gibi iletişim engelleri yolu ile değil etkili konuşma ve dinleme becerilerini kullanarak iletişim kurmaları, çocuğun yaptığı olumlu davranışları pekiştirmeleri gerekmektedir. Özellikle de çocuğun arkadaş ilişkileri sırasında gösterdiği paylaşma, işbirliği yapma, sırasını bekleme gibi olumlu davranışları önce çocuğa tanımlanmalı ardından da ödüllendirilmelidir. Örneğin, “Arkadaşınla oynarken sıranı bekledin. Seni kutluyorum.” gibi ifadeler kullanılabilir.
Çocukların huzurlu bir aile ortamında yetişmeleri de onların arkadaş ilişkilerinin gelişimini olumlu yönde etkilemektedir. Aile içi ilişkilerde problemler yaşayan ailelerin profesyonel yardım almaları, aile içi ilişkileri düzenlemeleri, çocuğun yanında kavga, tartışma, şiddet yerine uygun şekilde davranmaları, konuşmaları yine çocuğun arkadaş ilişkilerini olumlu yönde etkileyecektir.
Anne-babalar çocuklarını gözlemleyerek onların arkadaş ilişkilerinde zorlandıkları durumları belirleyip, bu durumla başa çıkmalarını sağlamak üzere çocuklarına yardımcı olabilirler. Örneğin, oyun sırasında kaybetmeye tahammülü olmayan çocuklarıyla oyun oynayarak onların kaybetmeye karşı toleranslarını geliştirebilirler. Çocuklarına arkadaş ilişkilerini olumlu yönde etkileyecek hikayeler okuyabilirler. Eve kuş, balık gibi hayvanlar alabilirler. Diğer canlılarla örneğin, beslediği balığı ile empati kurabilen çocuğun bu becerisini akranlarına da genellemesi mümkün olabilecektir.
Çocuğunuz kişiliği ve yaratılışı gereği oldukça utangaç olabilir. Kendisini her şeyden çekebilir. İlk adımı atmaktan uzak durabilir. Bu nedenle arkadaşlık kurmakta zorluk çekebilir. Bazı çocuklarda kuralcı, mükemmeliyetçi oldukları için arkadaş edinmede güçlük yaşarlar. Bu özellikteki çocuklar tüm arkadaşlarının kurallara harfiyen uymasını beklerler, niçin kurallara uymadıklarını anlamakta zorlanırlar ve diğerlerini kurallara uyma konusunda zorlarlar. Bu nedenle diğer çocuklar tarafından tercih edilmeyebilirler. Ama sosyal becerilerde gelişim kaydederek ve aileden aldıkları destekle utangaçlığın ve kuralcı yapının üstesinden gelebilir.
Sonuç olarak; onun fiziksel sağlığı, fiziksel gelişimi, bilişsel, sosyo-duygusal, kişilik, ahlak, dil gelişimi gibi tüm alanlarda mutlu, kendine yeten, özgüvenli bireyler olarak yetişebilmelerin de ailenin rolü çok ama çok önemlidir. Okul-aile işbirliğinin değeri ise tartışılamaz. Kuşkusuz aile ve okul ortamında çocuklara, çevrelerindeki bireylerin olumlu yaklaşımı, olumlu geri bildirim vermeleri onların gelişimini daha fazla destekleyecektir. Olumlu geri bildirimi nasıl verelim? Olumlu geri bildirim; olumlu davranışın hemen ardından, davranışı tanımlayabilecek şekilde ifade edilmelidir. Örneğin; “Çalışmanı bitirinceye kadar yerinde oturdun, çaba harcadın, daha önce yemediğin yemeğin tadına baktın, sıranı bekledin.” vb. gibi ifadeler olumlu davranışların pekişmesini sağlayacaktır.
Kaynakça:
Ergin, H. (2017). Ana-Baba Okulu “Arkadaş İlişkileri” (Ed.Haluk Yavuzer). 21. Baskı. İstanbul:Remzi Kitabevi
Bu yazı Gelişim dergimizin 2018/16 sayısında yayımlanmıştır.