Dr. Hazal Papuççular’la “Cumhuriyet’in Kuruluşu ve Kazanımları”

2580

Levent Yerleşkemizden lise 10 ve 11. sınıf öğrencilerimiz, Cumhuriyet Bayramı etkinlikleri çerçevesinde 27 Ekim Cuma günü Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Hazal Papuççular’la bir araya geldi. Papuççular’ın Terakki Vakfı Kültür Merkezi K1’de gerçekleştirdiği konferans, “Cumhuriyetimizin Kuruluşu ve Kazanımları” üzerineydi.

Papuççular’ın yaptığı tespitler Cumhuriyetin kurucu değerlerini özümsemek ve Cumhuriyet kazanımlarını bir kez daha hatırlamak bağlamında dikkate değerdi:

19. yüzyılın başlarında Osmanlı’da modernleşme olgusu bir bakıma bize 19. yüzyıl ortalarına doğru vatandaşlık fikrinin ve anayasacılık anlayışının geliştiğini gösterir. Birinci ve İkinci Meşrutiyet ile Meşruti Monarşi’ye geçiş de bunun bir yansımasıdır. Osmanlı 20 yüzyıla girerken siyasi ve toplumsal bir dönüşümün artık iyiden iyiye içindedir. 20 yüzyıl başları aynı zamanda özellikle Dünya Savaşı’ndan sonra imparatorlukların ve monarşilerin yıkıldığı bir dönemi de anlatır.  İşte bu ortamda Mustafa Kemal ve onun zihniyetine yakın olan aydınlanmacı kadrolar dünyanın gittiği yönün farkındaydılar. İmparatorluklardan ulus-devlete bir evrilme söz konusu olduğunu görüyorlardı. Tabi bu görüşlerinin gelişiminde Osmanlı’nın son döneminde ortaya çıkan batılı eğitim kurumlarının verdiği pozitvist eğitim ve tarih bilgisinin de etkisi büyüktü. Çünkü bu sayede bu ihtilalci kadrolar Fransız İhtilali’nden sonra Avrupa’da ne olduğunun ve Devrim’den sonra Fransa’nın kurduğu Cumhuriyetin ve getirdiklerinin farkındalardı. Bu entelektüel birikimi aksiyona dönüştürmek için çağın gerektirdiği heyecana ve teşkilatçılığa ise fazlasıyla sahiptiler. Dolayısı ile çağa en uygun yönetim biçiminin cumhuriyet olduğunun daha Milli Mücadele dönemi başlamadan önce farkındaydılar.

 1. Dünya Savaşı sonrası girişilen mücadele daha başından itibaren Hakimiyet-i Milliye’ye dayanan “ulusal bağımsızlığı kazanma ve ulusal bir devleti, rejimi Cumhuriyet olacak şekilde kurma mücadelesiydi.” Bunun aslında en güçlü kanıtı ise işgale uğrayan bir imparatorlukta  durumu Ankara’dan yönetecek olan  devrimci bir meclisin kurulması ve işgale karşı direnç gösterecek ve Milli Mücadele’yi kazanacak  ordunun Millet Meclisiyle kurulmasıydı. Nitekim Milli Mücadele kazanıldıktan sonra Lozan görüşmeleri başlarken ikiliği ortadan kaldıracak bir hamle olarak Saltanatın kaldırılması, cumhuriyet rejimine geçmeden önce kritik bir siyasi devrim hamlesiydi. Netice itibari ile Ankara’da 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet’in ilanı, yeni kurulan devletin rejimini resmi ifadesi olduğu gibi, egemenliğin ulusa ait olduğunun da tescili idi. Cumhuriyet ile birlikte ikilik yaratan tüm kurumlar tamamen kaldırılması ya da Cumhuriyet rejimine uygun hale dönüştürülmesi söz konusuydu. Ayrıca yeni rejimde ulus-devlet kimliğini güçlendirecek yeni kurumlar da oluşturulacaktı.

İşte bu noktada Cumhuriyet ile hedeflenen öncelikle, uzun yıllar boyunca eğitimli nüfusunu kaybetmiş, büyük acılar yaşamış ve iktisadi olarak çökmüş bir ülkenin sıkıntılarından bir an önce kurtulmasıydı; devamında ise çağdaş, laik, demokratik, müreffeh, barışçıl bir Türkiye yaratmaktı. Cumhuriyet bu öncelikli hedeflerine ulaşmak için, iktisadi kalkınmanın yanı sıra, eğitim, bilim, kültür ve sanat alanlarında batılı çağdaş değerlerle, kısacası çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma ülküsünde gerçekleştirilen devrimlerle ilerleyecekti. Ayrıca bu alanda sağlam adımlarla ilerlediğini göstermek adına batılı devletlerle de çok olumlu ilişkiler geliştirmeye çok özen gösterdi. Dış siyasette, uluslararası saygınlığını kısa zamanda kazanan bir cumhuriyet olmayı Atatürk’ün liderliğinde gerçekçi ve dönemin iklimine uygun ilkeli ve tutarlı bir dış siyaset anlayışı ile başardı.