Seneler içinde Aconcagua’dan Everest Ana Kamp’a, Ağrı’dan Kilimanjaro’ya oldukça fazla macera ile kemikleşmiş TABASBOH ekibine ben de Elbruz dağı ile birlikte katılmış oldum.
TABASBOH: Ekibin Elbruz’a gelemeyen üyelerini de kapsayarak isimlerinden oluşturulmuş bir grup ismi esasında. Az biraz da Tabasco sosundan esinlenilmiş olabilir.
Tafa Batu Aylin Sinan Burak Ömer Hamit
Elbruz dağı, 5642 metre yüksekliği ile Avrupa’nın en yüksek dağı ve her kıtanın en yüksek zirvesine tırmanma amaçlı yedi zirveler projesindeki dağlardan biri. Teknik zorluk içeren bir dağ olmamasına rağmen irtifası ve zorlu hava şartları ile zorlu bir dağ olabilmektedir. Benim için de bu tırmanış, yedi zirvelere tırmanma hayalimin ilk zirvesi ve güzel bir başlangıcı oldu.
27 Temmuz gecesi ufak rötarlı 23:20 Pegasus uçağı ile İstanbul Sabiha Gökçen havalimanından uçuyoruz ve 28 Temmuz 1:35’te Rusya Mineralnye Vody havalimanına inişimiz ile Elbruz maceramız başlıyor. Apartmanımsı, epey ilginç bir gelen yolcu terminaline girdik. Ömer abi ve Sinan abi sıraya girdiler ve pasaport polisleriyle uzun muhabbetlerine başladılar. Bu sırada etrafa sorarak migration kart doldurmamız gerektiğini öğrendik, bir görevliden bulup doldurduk ve kontrolden geçtik. Biz çıkana kadar gelen duffel çantalarımızı da sırtlanıp tünelimsi karanlık bir yerden yerel rehberimiz Vladimir ile buluştuğumuz açıklığa çıktık. Rehberimiz sadece bu sezon 10 kere Elbruz dağına çıkmış, bu dağ hakkında epey bilgili ancak biraz ketum birisine benziyor. Dört saatlik yolculuğumuza başlıyoruz.
Henüz uyumayı başarmıştık ki jandarma tarafından çevrildik ve bölge karakolunda 15 dakika tekrar pasaport ve belge kontrolünden geçtik. Ardından bir uyku bir uyanma derken gün aydınlanırken canlı doğasına bakarak uyandığımız Baksan vadisi içinden ve gürül gürül akan nehrinin yanından Elbruz’a doğru yaklaştık.
28 Temmuz sabahı 5:30’ta Elbruz eteğindeki, 2200 metrede ve huzur dolu bir orman içindeki Kafkasların Chamonix’si” adlı Terskol kasabasındaki otelimize vardık. Kahvaltıya kadar biraz uykumuzu aldık, kalktık porridge, peynir salam ve yumurtadan oluşan kahvaltımızı ettik.
Kahvaltının ardından “first of all” şu gün şunu bu gün bunu yapacağız, şöyle giyineceğiz ve en önemlisi aklimatizasyon* diyerek Vladimir ile toplantımızı yaptık ve odalarımıza çekildik.
Öğlen kasabadaki hoş bir kafede çorba, salata ve tavuk şiş ile karınları iyice doyurduktan ve etrafa bir göz attıktan sonra 2 gibi bizi Cheget zirvesinin yarısına çıkaran teleferiğe bindik. Yarısından sonra irtifaya alışmak amacıyla tepeye doğru yürüyüşümüze başladık. Cheget patikasına yürürken solumuzda Donguz-Orun dağ sırası ve sağımızda Elbruz’u görüyoruz. Cheget zirvesi Gürcistan sınırında bulunduğundan askerler bulunuyor ve tam zirveye çıkışa izin verilmiyor, bu nedenle biz de 3000 küsür metreye kadar çıkıyor ve duruyoruz. Manzarayı bir müddet izlememiz ve dürbünle dağın çıkacağımız yüzünü
incelememizin ardından bu sefer 3000 metredeki teleferik ile inişimize başladık.
İnişimizin ardından otelde Vladimir malzemelerimizin tam olduğunu görüyor ve malzeme check’i oldukça hızlı tutuyoruz. Tur yöneticisi Elena ile tanışıyoruz ve biraz muhabbet üzerine üç kez kar leoparı unvanını aldığını olduğunu öğreniyoruz (Eski Sovyetler sınırları içerisindeki beş 7000’lik dağa üçer kez çıkmış). E tabii bunun üzerine biz de henüz dağa tırmanacak olmanın ve birkaç hafif içeceğin gazı ile sırada ne yaparız nasıl yaparız diye
konuşmaya başlıyoruz.
Gece geç saate kadar partilerine devam eden Hells Angels tarzı motorsikletçilerin tüm kasabayı inleten gürültüsüne aldırmamaya çalışıp uykuya yatıyoruz.
29 Temmuz günü sabah kahvaltımızın ardından 10 dakikalık mesafedeki, teleferiğe bineceğimiz Azau istasyonuna doğru yola çıktık. Duffel’larımız ve taşıyacağımızı son dakikada öğrendiğimiz 100 küsür litre su ve yiyecek ile birlikte 10:30’ta 2350 metre irtifadaki Azau istasyonundan teleferiğe bindik. İki teleferik aktarması yaparak 3800 metrede bulunan ve çevresinde dağın ana kampı bulunan Garabashi istasyonuna
vardık.
Eşyalarımızı snowcat denen kar küreme aracına benzer araçlardan birisine yükledik ve ana kampın yaklaşık 100 metre irtifa aşağısında, içinde kalacağımız barrel denen, içi gayet temiz ve yenilenmiş gözüken varil şekilde konteynerlere ulaştık. Kampımız hem önümüzdeki Elbruz hem de çevreleyen sıradağlar ile oldukça güzel bir manzaraya sahip.
Varile yerleşmemizin ardından öğlen yarımda varilin yanındaki yemek binasına girdik. Burada tanışıp çok sevdiğimiz aşçımız ve kamp annesi Fatima bizi güzelce doyurdu. Yemek sonrası çayımızı içip keyif yaptıktan sonra saat 2:40’ta aklimatizasyon yürüyüşümüze başladık. Saat 4:30’ta 4150 metrede bulunan ve 1999’da yanan Priut 11 sığınağının yerine inşa edilmiş Diesel adlı sığınağa vardık. Biraz oturup çaylandıktan sonra kampımıza indik. Bir saat dinlenmenin ardından 7’de akşam yemeğimizi yedik ve odamıza çekildik.
30 Temmuz, içtiğimiz sonsuz çayın yan etkisi sık tuvalet ziyaretlerinden ve irtifanın
hediyesi baş ağrılarından bol uyanmalı bir gecenin ardından sabah 7’de kahvaltımızı ettik ve ardından snowcat ile 4500 civarlarına çıktık. 9’da yürümeye başladığımız aklimatizasyon tırmanışının sonunda öğlen 1’de 5000 metreye vardık. Burada bir müddet vakit geçirdikten sonra inmeye başladık. Dizleri inişin gazabından korumak ve zirve gününe saklamak amacıyla inişte 4700 metredeki Pastukhov kayalarından snowcat’e bindik ve kampımıza indik. Akşam yemeğimizi yedik, çantalarımızı topladık ve 9 gibi uyuyor numarası yapmaya başladık.
31 Temmuz gecesi, zirve günü. 1:30’da çalan alarmlar ile gece kahvaltımıza geçtik. Son hazırlıkları yaptıktan sonra kalın kaz tüylerimizi, kafa fenerlerimizi ve kramponlarımızı kuşandık. 3:15 gibi gelen snowcat ile zirveye hareketimiz başladı.
3:40’ta 5000 metrede snowcat’ten iniyoruz ve doğu zirve kütlesinin güney yüzünü keserek traversimize başlıyoruz. Traversin sonuna doğru güneş, doğu kütlenin ardından doğmaya ve dağı aydınlatmaya başlıyor ancak aynı zamanda da rüzgar etkisini artırmaya başlıyor.
5:45’te doğu ve batı zirveleri arasındaki boyuna, Elbruz’da geçen ismi ile saddle’a varıyoruz. Dağa güneyden de kuzeyden de tırmanan kişilerin ana mola noktası olan bu
düzlükte yorgunluktan ve irtifadan dolayı oldukça fazla başını tutan, sendeleyen ve istifrağ eden kişi görmek mümkün.
Saddle’da ekip soluklandıktan ve iyice çaylandıktan sonra eğimin arttığı batı kütleye tırmanışa geçiyoruz.
Bu sırada rüzgar iyice kuvvetleniyor ve kişiyi oldukça sarsmaya başlıyor. Dişimizi sıkıyor ve hem çıkan güneşe hem sert rüzgarın spreylediği toz kara karşı korunmak için yüzümüzü iyice kapatıyor, devam ediyoruz.
8’de sabit hatların olduğu etabı bitirip zirve platosuna varıyoruz. Ufak bir dinleniş ve son çayların ardından zirve için son kez hareketleniyoruz.
Uzun süredir hayallerimizi süsleyen bu dağın zirvesinde ve Avrupa’nın en yüksek noktasında bulunmanın sevincini, duygu yoğunluğunu yaşıyoruz. Etraf oldukça canlı, zirveye varan kimi kişi yere kapaklanıp öpüyor, kimi birbirine sarılıyor ve ağlıyor.
Biz de birbirimize sarılıyoruz, tebrik ediyoruz ve zirve fotoğrafımızı çekiliyoruz.
Aşırı rüzgar ve artan kalabalıktan sıyrılmak için zaman kaybetmeden inişimize başlıyoruz. Saddle’a kadar uzun ara vermeden iniyoruz ve burada çıkarken bıraktığımız batonları alırken bir müddet mola veriyoruz. Ardından snowcat’in bizi alacağı 5000 metredeki doğu kütlesinin güney yüzüne doğru ters traversimizi gerçekleştiriyoruz. 11’de vardığımız bu noktadan, hafif üşümeli ve kramponları çantaya koymalı bir bekleyişin ardından snowcat bizi alıyor ve 12’de kampımıza varıyoruz.
Ne yaptığımızın kafası hafif hafif gelmişken pişmiş kelle gibi sırıtmaya başlıyor renklenmiş yüzlerimiz. Yemeğin ardından bir müddet dinleniyor, eşyalarımızı toparlıyoruz ve 4’te kapanan teleferiği yakalamak üzere eşyalarımız ile son kez snowcat’e biniyoruz.
Çevresindeki harika doğalı vadiler ve oldukça sarp, bıçkın dağ silsilelerine kontrast oluşturan; teknik olarak daha rahat fakat tersi pis olan ağır başlı bir abi edasıyla yukarıdan bakan Elbruz dağı, zirve günü sert rüzgarıyla bizi yormuş olsa da hafta boyu bize güzel ve açık bir hava sundu.
Dağın oldukça sanayileşmiş olması tırmanışı kolaylaştırsa da özellikle snowcat’leri ile mafyavari yönetilmesi ve kampların da hissiyattan uzak, sadece amaca yönelik yönetilmesi bizi üzdü. Ancak Elbruz dağının kendisi muazzam kütlesi, sunabileceğini hissettirdiği olası zorlu hava şartları ve müthiş doğası ile saygımızı ve sevgimizi kazandı.
Teleferikler kapanmadan eşyalarımızla birlikte biniyoruz ve Terskol kasabasındaki otelimize geri dönüyoruz. Duş, yemek ve kutlamanın ardından hasret olduğumuz uzun ve temiz uykuyu çekiyoruz. Ertesi sabah kahvaltımızın ardından kasabayı, mağazaları rahat rahat geziyoruz ve keyfimize bakıyoruz.
Öğleden sonra araçla üç buçuk saatlik bir yolculuk ile Pyatigorsk Şehrine gidiyoruz ve buradaki mecburiyet caddesindeki yürüyüşümüzün ardından bir restorana demir atıyoruz. Tırmanış boyunca pek muhabbet edemediğimiz Vladimir ile buradaki sohbetimizde rehberliğin yanında iki üniversitede fizik profesörü olduğunu ve bununla bağlantılı olarak Antarktika’da senelerce Ukrayna araştırma komitesi başı olarak görev yaptığını öğreniyoruz, diyoruz na zdarovye!
Gece yarısı yaklaşana kadar canlı müzik dinliyoruz, yiyoruz, içiyoruz, gülüyoruz. Hamit abi ile Aylin ablayı bir kez daha özlüyoruz ve bu sefer onların da olacakları sıradaki dağ planlarımızı yapıyoruz. Yarım saat mesafedeki Mineralnye Vody Havalimanı’na geldiğimizde giden yolcu terminalinin gelen yolcu terminaline kıyasla oldukça modern olmasıyla şaşırıyor ve boş bir yere geçiyor, 4:10 uçağımızı beklemeye koyuluyoruz.
Sabaha karşı uçağımıza biniyoruz ve başladığımız yere biraz daha yorgun, epey uykusuz ancak oldukça mutlu ve hayaller ile dolu bir şekilde dönüyoruz.
Sevgiler ile,
TABASBOH adına Batu
*Aklimatizasyon = Belirli bir irtifadan sonrasına yapılacak tırmanışlarda vücudu azalan basınç ve oksijene alıştırarak irtifa hastalığından korumak amacıyla yapılır. Basit bir örnek olarak 6000 metrelik bir zirve hedefi için 4000 metreye kurulan ana kamptan 5000 metreye tırmanıp sonra ana kampa geri dönüp dinlenmeye aklimatizasyon tırmanışı denebilir.
2014 Terakki Lisesi Mezunu
Batuhan Atılgan