Belki hepsini kendim hatırlamıyorum ama anılar var biriktirdiğim ve anlatılanlar var kafamda şekillendirdiğim… Tüm bunların oluşturduğu öyküm doğumumla başlıyor. Çok küçüğüm, çok ihtiyaç duyuyorum başta ebeveynlerim olmak üzere çevremdeki herkese… Yavaş yavaş büyüyorum, küçük adımlar atmaya başlıyorum, herkes anlamıyor söylediklerimi belki ama biraz biraz kendimi anlatmaya çalışıyorum. Dünyaya ilişkin merakım artıyor. Daha çok şey öğrenmek istiyorum… Bazen keşiflerimde yalnız olmak istiyorum, ama yine de göz ucuyla annemi arıyorum çevremde… Annemden ilk gerçek anlamda uzaklaşmam okula başladığım an aslında. Bu bizim ailemle ilk ayrılığımız. Artık çocuk olma rolümün yanında “öğrenci” olma rolünü de taşıyorum. Bu role alışmak kolay olmuyor. Bu yeni rolle gelen yeni çevre başta korkutuyor beni. Sonraları daha çok hayatımı dolduruyor. Yine de sığındığım yer ailem, bu yeni çevrede karşılaştığım her sorunu ya da her mutluluğu onlarla paylaşıyorum. Paylaşmak içimi rahatlatıyor, güç alıyorum onlardan… Sonra bir anda her şey değişmeye başlıyor. Hem ben, hem ailem değişiyoruz sanki… Bedenim değişiyor, duygularım, ilişkilerim, tercihlerim, ilgilerim değişiyor. Tüm bu değişimlerle nasıl baş edeceğimi bilmiyorum. Kafam karışık… Kaygılanıyorum zaman zaman… Kaygılarımı ailemle paylaşmak istemiyorum artık, paylaşamıyorum da. Onlar beni anlıyorlar mı ki? Arkadaşlarım çok önem kazanıyor benim için. Beni bir tek onlar anlıyor gibi… Onlarla zaman geçirmek istiyorum. Ailem daha çok mu sınır koyuyor bana bu dönemde bilmiyorum ama o sınırların içinde kalmak istemiyorum… Çok sıkılıyorum, boğulacak gibi hissediyorum kendimi bazen, öfkeleniyorum. Ben kendi alanımı, kendi dünyamı yaratmak istiyorum. Bazen çok güçlüyüm, çok istekli ama bazen de hiçbir şey yapmak istemiyorum. sınır koyuyor bana bu dönemde bilmiyorum ama o sınırların içinde kalmak istemiyorum… Çok sıkılıyorum, boğulacak gibi hissediyorum kendimi bazen, öfkeleniyorum. Ben kendi alanımı, kendi dünyamı yaratmak istiyorum. Bazen çok güçlüyüm, çok istekli ama bazen de hiçbir şey yapmak istemiyorum.
Ben tüm yaratıcılığımla kendi yolumu bulmaya çalışıyorum, yolumda tehlikeler de olabilir biliyorum, ama ben bazen onları görmüyorum bazen de görüp üstesinden gelmek istiyorum… Kendimi denemek, deneyimlemek, yeni şeyler keşfetmek ve böylece kendimi yeni baştan tanımlamak istiyorum. Sizlerin çocuğu olarak değil belki de artık, biraz da “ben” olarak var olmak istiyorum. Ama bu o kadar da kolay değil. Kimi zaman çocuk olduğum söyleniyor kimi zaman yetişkin… Yetişkin bedeninde bir çocuğum aslında bu aralar… Yaşadığım bu dalgalanma ailemden uzaklaştırıyor beni… Onlar beni anlamıyor, ben onları… Beklentilerimiz çatışıyor… Bir ayrılık daha yaşıyoruz ailemle, bu kez okula ilk başladığım zamanki gibi bir ayrılık değil, duygu anlamında bir uzaklaşma belki de… Kim bilir belki kendi başıma “var olmak” için buna da ihtiyaç duyuyorum…
Ne çok bilinmezliğim var. Kendi bilinmezliğimin tarihini yazarken başrolde kim ya da kimler var, kimler benimle birlikte yolculuk yapacak ve bu yolculuk; değişen dünyadan da izler taşıyacak mı?
Değişim ve dönüşüm dönemi: Ergenlik
Ergenlik dönemi pek çok değişimi içinde barındırır. Bu değişimler nedeniyle ebeveyn tutumlarında da farklılıklar yaşandığını görürüz. Bu farklılıklara rağmen, geçmişin etkisi de devam eder ailenin tutumlarında. Çünkü alışık oldukları ebeveyn-çocuk ilişkisinin devamını ararlar, bu değişen ilişkiye ayak uydurmak o kadar da kolay değildir. Esen rüzgârda kendilerini de yeniden konumlandırmak durumunda kalırlar. Bu nedenle ilişkiler gözden geçirilir. Değişen ergen, bu değişimi sırasında her ne kadar uzak duruyor gibi görünse de ebeveyn desteğine, güvenine, anlayışına en çok ihtiyaç duyduğu dönemdedir.
Bu dönemde ergenin çelişen duygularına ve ihtiyaçlarına ayak uydurmak çok da kolay değildir. Bu kadar gel-gitin arasında ebeveynlerin de zaman zaman ne yapması gerektiğini bilmediği ve kafasının karıştığı anlar yaşanır. Bu karışıklığın hiç yaşanmaması elbette ki mümkün değildir. Ergenin anlaşılmaktan, anlaşılmamaktan, bir taraftan bağımlı olmaktan diğer taraftan bağımsız olmaktan korktuğu düşünülecek olursa ebeveynin işini kolaylaştıracak olan hem çocuğunu yeteri kadar iyi tanıması, hem de bu dönemin özellikleri hakkında bilgi sahibi olmasıdır.
Her ne kadar kendimiz de bir zamanlar kendi öykümüzü yazmış olsak da ve hatta belki bir önceki çocuğumuzla başka bir öykü oluşturmuş olsak da… Her çocuk ergenliği boyunca
kendi “öyküsünü” yazacaktır. Bu nedenle bizler bu öyküye tanıklık edeceğiz ama zaman zaman da o öyküye yabancılık çekeceğiz…
Ergenin değişen bedeni:
Ergenlik deyince ilk akla gelen değişen bedendir belki de… Ergen değişen, yetişkin ölçülerine ulaşmaya başlayan bedenine adapte olmaya çalışırken, bunca zamandır alıştığı, tanıdık olan beden uyumunu kaybettiğini, sakarlaştığını, sanki denetim merkezinden uzaklaştığını fark eder. (Güleç,2012)
Ergenlikte bedendeki değişim büyümeyle, ancak orantısız bir büyümeyle başlar. Ayaklar, eller, yüzdeki kemikli yapı daha önce gelişir. Bu orantısız ve hızlı değişimin getirdiği bir “çirkin ördek yavrusu” dönemi yaşar ergen. Çocukluğundaki orantılı ve sevimli bedeninin gerilerde kaldığını kabul etmesi gerekir. Ön ergenlik olarak da kabul edebileceğimiz bu dönemde ergenlik habercisi sorunlardan en nesnel olarak görebileceğimiz bunlardır belki de… Bununla birlikte ergenlik sivilceleri, saçtaki yağlanmalar, kemik ağrıları vs. göz önünde bulundurduğumuzda ergenin bedeni ile olan ilişkisinin neden bozulduğunu anlamamız kolaylaşır. Ergenin başlatmadığı ve kontrol edemediği bu değişim kendisinin başına dert açmaktadır. Böylece ergenlik, ergenin bedeninde emrivaki bir hüküm sürmeye başlar. (Parman, 2010)
Bedenindeki değişimlere nasıl ayak uyduracağını bilemeyen ergenler önce bedenlerine hiç özen göstermeme, yıkanmama, taranmama gibi yaklaşımlarla değişime karşı direnç gösterirler. Bu süreci genellikle bedene aşırı bir yatırım yapma izler. Ayna karşısında geçirilen uzun zamanların altında yatan neden budur, hem değişen bedene tanıklık etmek, hem de bu değişimlerin getirdiği yeni bedene alışmak ve onunla barışık olmak. Çünkü ergenin bu dönemde başarması gereken olumlu bir beden algısına sahip olarak yani kendi bedenini kabullenerek bu dönemi sonlandırmasıdır.
Kayıplar dönemi olarak ergenlik:
Ergenlik dönemini yetişkin olma yolunda ilerleyen çocuğumuzun boyundaki, sesindeki, görünüşündeki değişime indirgersek dönemin altında yatan dinamiği anlamakta eksik kalmış oluruz. Ergenlik bir kayıp dönemidir aslında. Alışık olduğunuz sesinizi, görünüşünüzü, çocukluğunuzu kaybetmeye başladığınız bir dönemdir. Gidenler vardır hayatınızdan. Kayıp demek yas demektir. Gidenlerin, tanıdığınız bildiğiniz şeylerin değişiminin yasını tutarsınız bir taraftan. Diğer taraftan da yetişkinlerin yetişemediği bir yaşam enerjisi vardır ergenin içinde. Değişimin sonucunda nerede olacağını merak etmenin getirdiği bir enerjidir bu belki de… Ergen her şeyi yapabileceğine inanır, bu enerji bazen de tehlikenin ona dokunmayacağı hissini yaşatır, risk alır ergen…
İki uçta gidip gelinen bir süreçtir yani ergenlik. Bir uçta enerji varken diğer tarafta hüzün vardır, yas vardır. Bu iki zıt duygunun aynı anda aynı ruhta taşınması kolay değildir. Bunun gel-gitlerini yaşar ergen.
Ergenin yanılsaması: Dokunulmazlık
Ergenlerin bu dönemde yaşadıkları en büyük yanılsama kendilerine zarar gelmeyeceği, bir şey olmayacağı duygusudur. Bu duygu ergenleri çoğu zaman risk almaya yönlendirebilir. Hatta pek çok ergen psikologuna göre ergenlik döneminde, riskli davranışlara yönelmek bu dönemin olmazsa olmazlarındandır. Peki, neden ihtiyaç duyar ergenler riskli davranışlara?
Riskli davranışlar sınır arama çabasıdır ergen için, yeni deneyimler elde etmek ve böylelikle sınırlarını çizmek için riskli davranışlara yönelirler. Ergen bu dönemde haz ve doyum arayışı içerisindedir. Bu haz arayışına, dünyayı ve kendisini yeniden keşfetme, aykırı davranışta bulunma isteği de eklenir. Haz duygusunun temelini oluşturduğu risk arayışını ergen “Yapıyorum, çünkü hoşuma gidiyor.” “Yapıyorum, çünkü bana bir şey olmaz.” diyerek anlatabilir…
Riskli davranışlarla ergen bir yandan bedeninin kendisine sağladığı olanakların sınırlarını arar, öte yandan toplumsal sınırları. Bu arayış onun yeni toplumsal ilişkilerini belirlemesinde vazgeçilmez bir öğedir. Ergen erişkin yaşamın toplumsal kodlarını öğrenir, tanır ve kabullenir. Toplumsal kodların sağladığı sınır düşüncesi onun kendi bireysel sınırlarını belirlemesini de sağlayacaktır. (Parman, 2010)
Ergenin var olma ihtiyacı:
Ergenlikte diğer bir mesele ait olma ve bağımsızlık ihtiyacı arasında yaşanan iç çatışmadır. Ergen aileden bağımsız olmak, bireyselliğini ispat etmek için çabalarken onların desteğine, sevgisine, onayına olan ihtiyaçları çelişkili duyguları beraberinde getirir. Bu çatışma ergenin var olma isteğinin bir sonucudur aslında. Kendini göstermek, bir çocuk değil bir yetişkin olarak “yeni kendi”sini kabul ettirmek ister başta ebeveynleri olmak üzere yetişkin dünyasında gördüğü herkese… Bu nedenle çatışması aslında ebeveynleri ile değildir, yetişkinlerle değildir, çatışması kendisiyledir. Ergen iç çatışmaları ile birlikte bağımsızlaşmaya başlar ve bunun ilk denemelerini prova ettiği yer aslında kendisini en çok güvende hissettiği ailesidir. Ergenin, yeni benliğini, değişen duygularını, kimliğini ilk sergilediği sahnesidir anne ve baba ile kurduğu ilişkiler.
Bu sahneye baktığımızda çelişkiyi yaşayanın yalnızca ergen olmadığını görürüz… Sahnede başka aktörler ve o aktörlerin de çelişkileri, iç çatışmaları ve kaygıları vardır. Ebeveyn açısından çocuklarının büyüdüğünü, bireyselleştiğini görmek sevinç yarattığı gibi ayrılık habercisi gibi algılanabilecek bu değişimler ebeveynin hüznünü de beraberinde getirir. Bu hüznün içinde bazen ebeveynin kendi ergenliğinin hüznüne de rastlarız.
Bedenin uyanışı: Cinsellik
Ergenlikle yetişkinliğin kapısını aralayan, çocukluk dönemiyle vedalaşmaya hazırlanan ergen cinsel kimlik kazanan bedenine adapte olmaya, bedenini kabullenmeye çalışır.
Ergen bu dönemde bir taraftan cinselliğinin farkındadır ve bu cinselliğin etkilerini sınamaktadır. Diğer taraftan ise bu sınamanın verdiği tedirginliği yaşamaktadır. Genellikle kendi bedenine ilgi ile başlayan bu süreç, çevresindeki kişilere yönelen cinsel bir merakla devam eder. Bu merak ergenlikte utanç duygularını da beraberinde getirir.
Ergen ve arkadaşları:
“Fransız ergen psikanalisti Philippe Jeammet’e göre arkadaşları ergenin zenginliğidir. Çünkü ergen için yaşıtları aile evreninden çıkış için bir kapıdır, yeni bir nirengi noktası, anne-babasına karşı kullandığı bir dayanaktır.” (Parman,2010)
Ergenin kimliğini bulmaya çalıştığı, ben kimim, kim olacağım, hedeflerim neler sorularına yanıtlar aradığı bir dönemde bu soruların cevapları arkadaşlarından gelir. Aileden mesafe aldığı bu dönemde sosyal çevresi yani arkadaşları ergenin kendini bulma sürecine tanıklık eder. Arkadaşlar aynı zamanda ergenin kendini oluşturmaya çalıştığı dönemde onun kendini görebildiği bir aynadır da. Artık anne ve babasıyla paylaşımda yaşadığı sınırlılık duygusunu arkadaşları ile giderecektir. Sınırsız bir paylaşım ve bir kabul vardır arkadaşlıkta, anlaşılma duygusunun getirdiği. Eleştiriler ve öğütler yoktur bu ilişkide. Bu nedenledir ki, ergen aileyi değersizleştirirken arkadaşlarını yüceltme ihtiyacı içerisindedir.
Ergen ve sınırları:
Ergen, tüm bu değişimler sırasında kendini yeniden tanımlamaya çalışırken, sınırlarını da yeni baştan çizmeye çalışır. Bu dönem özgürlük ihtiyacı o kadar yoğundur ki, otoriteyi temsil eden her şeyle savaş halindedir. Bu savaşa rağmen kendini güvende hissedebilmesi için sınırlara ihtiyacı vardır. Herkes büyük bir eve sahip olmak isteyebilir ama hiç kimse duvarsız bir ev istemez, duvarlar koruyucudur çünkü. Dışarıdaki tehlikelerden uzak olduğunuzu, güvendiğiniz, sevdiğiniz insanlara bir zarar gelmeyeceğini hissettirir. Bunun içindir ki ergen kendi alanını geniş tutmaya çalışsa da o alanın çevrelenmesi onu daha korunaklı bir ortamda hissettirecektir.
Siz de ergen olmuş muydunuz?
Baştaki öykü birçoğunuzun gözünde çocuklarının canlanmasına neden oldu belki ve belki bir kısmınızın gözünde de ergen olan haliniz canlandı. Evet, bugünün ebeveynleri olarak sizler de bir zamanlar kendi ailelerinizin ergenleriydiniz.
Bazen bu soruyu sorarız kendi kendimize, biz de ergen olduk mu? Ya da bizim zamanımızda ergenlik böyle miydi? Böyle mi yaşamıştık biz de ergenliğimizi? Çocuklarımızınkine benzer sorunlarla karşılaşmış mıydık? Üzerine bu kadar konuşulmuş muydu ergenliğimizin? Bizi bu kadar çok anlamaya çalışan, “ergenliğimizle” bu kadar çok ilgilenen ebeveynler ya da yetişkinler var mıydı çevremizde?
Ergenlik geçmişten günümüze her zaman vardı aslında, çünkü ergenlik gelişimsel bir dönemdir aynı zamanda. Ancak ergenliğin yaşanma şekli, ergene yaklaşılma biçimi kültürden kültüre, toplumdan topluma, zamandan zamana değişiklik gösterir. Tüm bu değişkenler bizim ergenliğe bakış açımızı, ergenliği ele alış biçimimizi değiştirir çünkü. Belki de günümüz ebeveynleri tam da ergen olamayan (ya da oldurulamayan…) bir gençliktiler. Ergenliğin ne demek olduğunu bilmemek, onu yalnızca söz ettiğimiz fiziksel değişimlerle bir tutmak, aslında ergenliğin tam olarak farkında olamamak, dönem özellikleriyle ilgili birçok şeyden bihaber olmak, etkili anne babalığın doğaçlama şekilde ilerlemesi… Bir dönemin “ergen” olduğunu hiçbir zaman hissedememesinin altında yatan nedenler bunlar belki de…
Ancak sonraları, aile yapıları başta olmak üzere toplumsal hayatta yaşanan her türlü değişimle birlikte ergenlerin ergenliği yaşayışları, ebeveynlerin bu duruma yaklaşımları da değişmeye başladı. Geniş aileler yerini çekirdek ailelere bıraktı. Bununla birlikte çocuk bakımı, çocuğa yaklaşım da değişti. Çocuk bakımında annenin sorumluluğu -çocuğa ayırdığı ilgi ve zaman- modern toplumda annenin iş hayatında daha aktif bir yer almasına bağlı olarak bakıcılara ya da çeşitli kurumlara geçmiş oldu. Modern şehir hayatında ailelerin küçülmesi, sosyal bağların zayıflamasına, komşuluk, akrabalık, arkadaşlık ilişkilerinin yoğunluğunu ve önemini kaybetmesine ve bazı değerlerin içinin boşalmasına yol açtı.
Gelişen teknoloji de yaşamın her alanını olduğu gibi çocukların gelişim süreçlerini de etkiledi. Çocuklarımız televizyonun, bilgisayarın, internetin ve mobil telefonların bombardımanı altında, her tür etkiye açık ve savunmasız kaldılar… Teknolojisinin bu kadar hızlı gelişmesiyle iletişim ve bilgiye erişim; büyük kolaylık, akışkanlık ve esneklik kazandı. Mesafeler, fiziksel engeller ve sınırlamalar büyük ölçüde ortadan kalktı. Uzaklar yakın, özel alanlar kamusal, mahremler aleni olurken, aile yaşamı ve sosyal paylaşımlar da yerini yavaş yavaş bireysel yaşantıya ve hatta o da git gide yalnızlığa bıraktı…
Tüm bunlarla birlikte ergenlik daha zor, daha karmaşık, daha riskli ve üzerine daha çok konuşulan bir dönem haline geldi belki de… Yani hiç birimiz ergenliği yeni keşfetmedik aslında… Bu süreci yaşayanlar da ilk kez bizim çocuklarımız değil. Ama şu da bir gerçek ki, günün değişen koşullarıyla ergenlik de pek çok şey gibi kendi içinde farklılaşarak daha çok önem kazandı.
Son söz:
Ergenlikle birlikte yalnızca ergen olan çocuğumuz değil tüm aile bir sürecin içinden geçer. Bu süreç ergenin kendini yeni baştan var etme çabası, ebeveynlerin buna tanıklığı ve değişen ilişkiler çevresinde herkesin kendini yeni baştan konumlandırdığı bir süreçtir.
Pek çok şey değişir bu dönemde, bu değişime karşı çıkmak imkânsız ancak ayak uydurmak da bir o kadar zordur… Çünkü her öykü gibi her ergen de farklıdır birbirinden. Ortak öğeler olsa da her ergen kendi öyküsünü kendisi yazar. Hataların, güvensizliğin, korkuların, öğünmelerin, zaferlerin, kayıpların, korunmasızlığın, endişenin izleri vardır bu öykülerde… Ve şarkıda da geçtiği gibi hepsi “küçük bir iz bırakmak için didinirler” ama hepsi yetişkin olma yolunda yavaş yavaş ilerleyen “küçüklerdir, daha çok küçükler…”
Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün hatalarım
Öğünmem bu yüzden
Bu yüzden kendimi
Özel önemli zannetmem
Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün saçmalamam
Yenilmem bu yüzden
Bu yüzden kendime hala güvensizliğim
Ne kadar az yol almışım
Ne kadar az
Yolun başındaymışım meğer
Elimde yalandan kocaman rengârenk
Geçici oyuncak zaferler
Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün korkularım
Gururum bu yüzden
Bu yüzden çocuk gibi korunmasızlığım
Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden sonsuz endişem
Savunmam bu yüzden
Bu yüzden bir küçük iz bırakmak için didinmem
Kaynakça
- Bakınay, E. (2007). Ergenlik Döneminde Aile İlişkileri. 12.Ocak.2012. http://www.guncedanismanlik.net/CmsFiles/Gallery/Document/07%20ergenlik%20doneminde%20aile%20iliskileri.pdf
- Bencuya, R. (2009). Ergenlik ve Beden. 11.Ocak.2012. http://www.guncedanismanlik.net/CmsFiles/Gallery/Document/Ergenlikte%2Beden%20İmaji.pdf
- Bencuya, R. (2009). Ergenlik: Yine Yeni Bir Ayrışma Sancısı.11.Ocak.2012. http://www.guncedanismanlik.net/CmsFiles/Gallery/Document/ergenlik-ayrılık.pdf
- Güleç, N. Ergenlik Bir Metamorfozdur. 12.Ocak.2012. http://www.tumhaberler.com/haber/index.pl?haber=5247577
- http://www.dokudanismanlik.com/modern.hayat.html
- Onur, B. ( 2005). Anılardaki Aşklar: Çocukluğun ve Gençliğin Psikoseksüel Tarihi. İstanbul, Kitap Yayınevi.
- Parman, T. (2010). Ergenliğin Yüzleri. İstanbul, Bağlam Yayınları.
- Parman, T. (2008). Ergenllik Ya Da Merhaba Hüzün. İstanbul, Bağlam Yayınları
Uzman Psi. Dan. Gülseren Kaya, Uzm. Psi. Dan. Berna Şahin
Bu yazı Gelişim dergimizin 2012/2 sayısında yayımlanmıştır.