Tarih Vakfının ortaokul ve lise öğrencileriyle bu yıl gerçekleştirmekte olduğu “20. Yüzyılın On Yılları: Gençler Kültür Tarihini Tartışıyor” Projesinin ikinci öğrenci atölyesi, 20 Mart Pazar günü çevrim içi ortamda gerçekleşti.
Bu yıl “20. Yüzyılın 10 Yılları ve Kültür Tarihi” teması çerçevesinde yürütülecek olan projeye 15 okuldan yaklaşık 123 öğrenci ve 33 öğretmen katılıyor. Projede şu okullar yer alıyor: Özel IELEV 125. Yıl Ortaokulu, FMV Özel Işık Nişantaşı Ortaokulu, SEV Özel Üsküdar Ortaokulu, Ulus Özel Musevi Ortaokulu ve Lisesi, Özel Şişli Terakki Ortaokulu ve Lisesi, Özel Şişli Terakki Tepeören Ortaokulu ve Anadolu Lisesi, Özel Alman Lisesi, Özel Getronagan Ermeni Lisesi, Alkev Özel Anadolu ve Fen Lisesi, ODTÜ GVO Özel Lisesi, Özel Saint Joseph Fransız Lisesi.
Proje çalışmasına lisemiz Levent Yerleşkesi 10A sınıfından Deniz Boz, Ela Islanmaz, 10D sınıfından Nehir Duru Köseoğlu, 10 E sınıfından Esma Nur Kaya, Fen Lisesi 10 A sınıfından Nehir Özkaya ve Efe Yay etkinliğe katılırken; Tepeören Yerleşkesi 9C sınıfından Berkan Erdener, 10 IB E sınıfından Ayşe Koç, Mehmet Ali Kantarcı, Metincan Kulaç, Nehir Kale ve 11 C sınıfından Ela Gür katılım gösterdi. Ortaokulumuz Levent Yerleşkesi 7D sınıfından Rüzgâr Örüm, 7G sınıfından Yonca Özülkü, 7E sınıfından Alev Ece Tezel, 7F sınıfından Doruk Çağdaş Yeşilyurt, 6C sınıfından Kaan Sivrioğlu; Tepeören Yerleşkesi 6A sınıfından Aral Doğan ve Ada Gencel, 6C sınıfından Ege Sarı, 7A sınıfından Yağmur Şenyuva, 7B sınıfından Nil Su Akkan ve Defne Fidancı katıldı.
Atölye Doç. Dr. Ahmet Ersoy’la Başladı
Çevrim içi gerçekleşen atölyede açılış konuşmasını Doç. Dr. Ahmet Ersoy yaptı. ODTÜ Mimarlık Bölümü mezunu, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi olan Ersoy’un, araştırmaları “Geç Osmanlı Kültür Tarihi ve Mimarlık Tarihi” üzerine.
Konuşmasına Osmanlıların kendilerini nasıl tanımladıkları, nasıl bir kültür oluşturduklarını araştırdığını söyleyerek başlayan Ersoy, okuma kültürü ve matbuat kültürü üzerine çalıştığını, 19. yüzyılda okuma pratiklerinin nasıl değiştiğine yoğunlaştığını aktardı. Matbaanın yaygınlaşmasıyla bilgiye farklı türlerde erişilebildiğini; işin içine görsellerin, fotoğrafların girdiğini dolayısıyla metinler, fotoğraflarla o dönemin kişilerinin bilgiyle ilişkilerinin nasıl şekillendiğine odaklandığını anlattı.
“Kültür” kavramının çok geniş ve çok muğlak olduğunu belirten Ersoy, bunun hem bir avantaj hem bir dezavantaj olduğunu söyledi. Çatışma kültürü ve savaş kültüründen de bahsedilebileceğini, yemek kültüründen, argo kültüründen de bahsedilebileceğini söyleyerek “kültür” alanının çok geniş bir yelpazeyi içine aldığını vurguladı. “Kültür” kelimesinin Türkçe olmadığını, Fransızcadan dilimize geçtiğini söyleyerek “Türkçede kültür kelimesi kullanılmıyorsa, kültür yok mu?” sorusunu yöneltti. Kültür alanının da kendi tarihi olduğunu ve “kültür” kavramının değişik zamanlar ve değişik bağlamlar içinde ciddi dönüşümlere uğradığını açıklayan Ersoy, Osmanlı’da özdeş bir kavram olarak “medeniyet” kavramının var olduğunu ama uygarlaşma anlamında kullanılan bu kavramın da Osmanlı’ya 19. yüzyılın ikinci yarısında girdiğini belirtti. Bu tür kavramların tarih içinde değişebiliyor olmasının, bu kavramların kurgusal olduğunu gösterdiğini vurguladı.
Batı Avrupa’da “kültür” kavramının anlamının nasıl değiştiğini anlatan Ersoy, modern öncesi dönemde Avrupa’da kırsal kökenli, doğaya müdahale süreçlerini içeren bir kavram olduğunu ve ekip biçme, hayvancılık anlamında kullanıldığını belirtti.
Avrupa’da 16. yüzyılda, “kültür” kavramının doğayı iyileştirme, geliştirme anlamından çıkıp insanın kendini geliştirmesi anlamını kazanmaya başladığını; terbiye, adap, eğitim ile bireyin kendini iyileştirmesi, daha üst bir seviyeye taşıması anlamını kazandığını ifade etti. 18. yüzyılda aydınlanma ile birlikte, kendini geliştirme fikrinin çok daha seküler bir formda hız kazandığını ve insanı gelenekten, yani “barbarlıktan” ayıran medeni değerler bütününe “kültür” denmeye başlandığını anlattı. Buradaki “kültür” kavramının “yüksek kültür” anlamına geldiğini, klasik müzik, edebiyat gibi alanlarda evrensel bir ortak payda olarak öngörüldüğünü, ilerlemeci bir misyonu olduğunu ifade etti.
Evrensel normlar Batı merkezli tanımlanmıştır çünkü Batı Avrupa çerçevesi içinde tanımlanmıştır. Bu nedenle bugün “kültür” kavramının hâlâ bu anlamıyla kullanılmakta olduğunu söyleyen Ersoy, 19. yüzyılda özellikle milliyetçiliğin gelişmesiyle birlikte Sosyoloji ve Antropoloji’nin ortaya çıkması ve “Grupları bir arada ne tutar?” sorusunun hâkim olmasıyla yepyeni ve daha geniş bir anlam kazandığını ve her gün içinde devindiğimiz, kolektif olarak içine doğulan, özel bir gayret gerektirmeyen bir alan olarak ortak değerler, inançlar, ortak anlam kalıpları ifade eden “kültür” tanımının ortaya çıktığını açıkladı. Bu hâliyle “kültür”ün bugünkü tanımına çok daha yakın olduğunu vurguladı. 18. yüzyılın tanımıyla “kültürsüzlük” tarif edilebilirken bu tanımda “kültürsüzlük” diye bir durumun olamayacağını çünkü içine doğulan bir kültürün tarif edildiğini belirten Ersoy, Antropoloji biliminin 19. yüzyıl emperyal Batı dünyasının dışında kalan toplulukları anlamaya çalıştığı için doğduğunu ve bugünkü yaklaşımda başkasını anlamak ve “öteki”ni ön yargısız, kendi kıstasları içinde anlamaya çalışmanın Antropoloji ve Tarih alanlarının konusu olduğunu vurguladı.
Kültürler içinde “doğal ve normal” olanın ne kadar göreli ve değişken dolayısıyla kurgusal olduğunu vurgulayan Ersoy, iki üç yıl içinde bile çok büyük değişiklik olabildiğini örneklerle açıkladı. Bu nedenle kültürel öğeleri değerlendirme sırasında, kendi normlarımızdan etkilenerek değerlendirme yapmanın sorun olacağını ve bütün düşünce kalıplarının, davranışların, algıların tarihselleştirilmesi gerektiğini, kendi iç mantığının ne olduğunu anlamaya çalışmak gerektiğini, kültür tarihinde en heyecan verici olanın bu keşif olduğunu belirtti. Tarih alanında “empati”nin önemini vurguladı ve bu kavramın başkasının dünyasına girip onun nasıl düşündüğünü anlamaya çalışma, biraz da kendi düşüncesine eleştirel yaklaşabilme anlamını içerdiğini belirtti. Bu nedenle bir takım yargılarımızı, algılarımızı tüm tarihsel devirlere yansıtmamamız gerektiğini; tüm kavramlar bu kadar değişkense ve kurgusalsa o zaman bu dünyanın bize dayattığı kalıplara da eleştirel yaklaşmamız gerektiğini ifade etti.
Başkasını anlamak üzerinden kültür bazlı yapılan tarihçiliğin; kaba dayatmacılığın olmadığı, açık, çoğulcu ve eşitlikçi, katılımcı bir dünyayı kurmaya çalıştığını ve tarihçinin hem geçmiş hem de bugün hakkında açık, kamusal bir tartışmaya vesile olmaya çalıştığını vurguladı.
Öğrenciler Sunumlarını Yaptı
Ahmet Ersoy’un konuşmasının ardından öğrenciler lise ve ortaokul grubu olarak iki büyük gruba ayrıldılar ve birinci atölye sonunda ödev olarak aldıkları kitapların sunumlarını yaptılar.
Proje koordinatörlerinden Fırat Güllü, öncelikle öğrencilere kitabı değerlendirmeleri için verilen soruları hatırlattı:
- Seçtiğiniz eseri bu yılki proje başlığımızla nasıl ilişkilendiriyorsunuz? İlk atölyede ele alınan kavramlar ışığında ele aldığınızda bu eserin en önemli nitelikleri neler olabilir?
- Eseri okurken en çok nelerden etkilendiniz? Neden?
- Okuduğunuz kitaptan hangi bilgileri edindiniz? Bu bilgiler ışığında kitapta ele alınan konu hakkında neler söyleyebilirsiniz?
- Bu kitabı okumak, daha önceki bilgilerinizde değişiklikler yarattı mı? Örnekler verebilir misiniz?
- Okuduğunuz kitapta yazarın olaylara yaklaşımı açısından nasıl bir tavır içerisinde olduğunu düşünüyorsunuz? Neden böyle düşündüğünüzü örneklerle açıklayınız.
- Bu kitabı okuduktan sonra kitapta ele alınan olaya dair bir araştırma yapmak isteseniz ağırlıklı olarak hangi konulara yoğunlaşmak isterdiniz? Bu araştırmayı yaparken nasıl bir yol izlerdiniz? Ne tür kaynaklar seçerdiniz?
Sözlü Tarih Atölyesi
Öğleden sonraki oturumda ise uzun bir süredir sözlü tarih çalışması yapan ve sözlü tarih metodolojisi üzerine çalışmalar yürüten Nişantaşı Üniversitesi öğretim üyesi, sosyolog Gülay Kayacan ve 29 Mayıs Üniversitesi öğretim üyesi tarihçi Özlem Çaykent öğrencilerle “Sözlü Tarih Atölyesi” yaptı. Bu atölyede öğrencilere sözlü tarih eğitimi verip örnekler gösterdiler.
Sözlü Tarih Atölyesi’ne Semiha Berksoy’la yapılan bir söyleşiyle başlayan konuşmacılarımız, daha sonra sözlü tarih alanını tanıttı. Çaykent, teorik olarak “sözlü tarih”in tarihine değinerek, çalışmaların nasıl şekillendiğini açıkladı. “Sözlü tarih”in tarihini çok eski çağlardaki hikâyeler ve destanlara kadar götürülebileceğini belirten Çaykent, 20. yüzyılda bu alanın nasıl geliştiğini anlattı. Sözlü tarihin, değişik kültürlerden ve toplumlarda insanları dinleyerek onların hatıralarını, yaşam deneyimlerini kaydederek yorumlama anlamına geldiğini ifade etti. 19. yüzyılda tarih disiplininin ortaya çıkışından ve bir bilimsel metodolojiyi ifade ettiğinden söz ederek 19. yüzyılda yazılı kaynakların değerlendirilmesini içeren tarihsel metodolojinin sözlü kaynakları dışarıda bıraktığını vurguladı. “Sözlü tarih”in neden önemli olduğunu açıklayan Çaykent; devlet tarihi, resmi tarihin dışında kalanları, geleneksel olarak tarihin anlattığı olaylar ve perspektiflerin dışında kalanları içerdiğini belirtti. Dolayısıyla otoritenin yazdığı tarihin dışına çıkarak diğerlerinin tarihsel yaşantılarını kapsadığı için tarih disiplininde demokratikleşmeyi ifade ettiğini vurguladı. Disiplinlerarası boyutun çok güçlü olduğunu ifade eden Çaykent, “sözlü tarih”in sadece sözden ibaret olmadığını, yazılı kaynakların yanı sıra sözlü kayıtları da kaynak olarak gören bir tarih yaklaşımı olduğunu belirtti. Leyla Neyzi’nin “Ben kimim?” kitabındaki “Sessizlik bir unutma formu, konuşmak da bir hatırlama biçimidir.” ifadesini paylaşan konuşmacı; farklı grupların nasıl hatırladıkları, nasıl anlamlandırdıklarının da önemli olduğunu söyledi.
Yazılı kaynakların nesnel olduğu ön kabulünü sorgulayan Çaykent, sadece sözlü kaynaklara değil, tüm belgelere öznel boyutu hesaba katarak bakmak gerektiğini belirtti. Türkiye’de sözlü tarih çalışmalarına öncülük eden tarihçilerin önemli kesiminin kadın tarihçiler olduğunu vurgulayan konuşmacı, bunun tesadüf olmadığını ve tarih yazımının eril niteliğinin bir sonucu olarak kadın tarihçilerin bu yöne daha çok yöneldiğini belirtti.
Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında “Hafıza Rönesansı” denen bir dönem yaşandığını, cephedeki askerler ve devletlerin anlatımında farklılıkların görüldüğünü ve bunun bir kırılma noktası olduğunu belirtti. “Sosyal Tarih” yazımının içinde “sözlü tarih”in kendisine yer bulduğunu, 1950 ve 60’larda sözlü tarihin kurumsallaştığını, 1980’lerde ise sözlü tarih yapan araştırmacıların analist olarak rolünün tartışıldığını, geç 90’lar ve 2000’lerde ise dijital devrim sayesinde çok daha kolay kayıt alınabildiğini, bunun da bir dönüşüm yarattığını anlattı. Sadece konuşmayı değil; giyimi, mekânı vb. unsurların da değerlendirmeye katılabildiğini belirtti. 2000’lerde üniversitelerde de bu alanın kurumsallaştığını belirtti.
Çaykent; siyasi, hukuki pratiklerin, giderek artan disiplinlerarası yaklaşımın, tarih ve hafıza arasındaki ilişkiyi irdeleyen çalışmaların artmasının sözlü tarihteki tüm bu dönüşümlere etki ettiğini belirtti. Sözlü tarihin başlarda çok yerel, bireysel hafıza ve deneyimler olarak görülen bir alan olduğunu ancak 1990’lar itibarıyla İnternet üzerindeki kayıtların artmasıyla toplumlar arası deneyimlerin karşılaştırılmasının da mümkün olmaya başladığını ifade etti.
“Aşağıdan tarih” ve “sessizlerin sesi” kavramını açıklayan Çaykent, sözlü tarih çalışmalarının resmi anlatılarda yer almayan tarihsel deneyimlerin ortaya çıkmasındaki öneminden bahsetti.
Sözlü tarih konusunda eleştiriler olduğunu ifade eden Çaykent, hafızanın güvenilirliği konusunda ve araştırmacının yönlendirmesi, müdahil olması üzerine eleştiriler olduğunu, kolektif hafızanın, ezber üst anlatıların bireyler üzerindeki rolü konusundaki eleştirileri örneklendirerek açıkladı. Sözlü tarihin değerinin tam da öznel olmasından kaynaklandığını belirten Çaykent, tarihsel olayların nasıl yaşandığını ortaya koyduğunu, tam da ters düştüğü noktaları tespit ederek bireyin nasıl yaşadığını, hatırladığını ortaya çıkarmanın çok kıymetli olduğunu vurguladı. Sözlü tarihin, geçmişe dair tek bir kabul edilebilir tarih olmadığını, tarihler olduğunu gösterdiğini ifade etti.
Gülay Kayacan ise, bir sözlü tarih çalışması yürütmenin pratik aşamalarından bahsederek, çalışma öncesi, sırası ve sonrasında dikkat edilmesi gereken unsurlara dikkat çekti. Çalışmaya başlamadan önce “soru çerçevesi” oluşturmak ve konu hakkında bilgilenmek ve farklı bakış açılarını öğrenmek gerektiğini ve soruları bu çerçeveye dayanarak oluşturmak gerektiğini örneklendirerek anlattı. “Görüşülecekler listesi” hazırlamanın da önemli olduğunu, olayın farklı taraflarını yansıtacak bir çeşitlilikte görüşmelerin gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtti. Yapılan her görüşme için kişiden gerekli izinlerin alınmasının, her kişi için düzenlenen kişinin doğum tarihi, mesleği vb. bilgileri içeren “bilgi formu” hazırlamanın da önemli olduğunu belirten Kayacan, kaynak kişiyi görüşmeye hazırlamanın önemini, görüşme sırasında çıkabilecek sorunları ve nasıl bir tutum içinde olmak gerektiğini, görüşmenin inceliklerini örnekleriyle açıkladı.
Sözlü Tarih Üzerine Tartışmalar
Daha sonra tekrar küçük gruplara ayrılan öğrenciler önce kendilerine verilen soruların sözlü tarih çalışması için uygun olup olmadığını değerlendirdiler, uygun bulmadıkları soruları yeniden yazdılar. Daha sonra verilen temalardan birini seçen gruplar, bu temadaki bir sözlü tarih çalışması esnasında kullanılabilecek üç soruyu yazmak için tartışma yürüttüler. Öğrenciler keyifle yürüttükleri tartışmada çok sayıda soru oluşturmayı başardılar.
Ardından lise ve ortaokul büyük gruplarında tekrar bir araya gelen öğrenciler küçük grup tartışmalarını birbirleriyle paylaştılar. Gülay Kayacan ve Özlem Çaykent tüm grupların çalışmaları için bir geri bildirim verdi. Özlem Çaykent cevapların çoğunun sözlü tarih çalışması açısından uygun olduğunu, öğrencilerin doğru yerlere işaret ettiğini, öğrencilerin uygun olmayan sorulardaki kalıp yargıları yakaladıklarını belirttikten sonra, sorularda yargı belirten ifadelerin uygun olmadığını açıkladı. Böylece, öğrenciler bir sözlü tarih çalışmasında sorulabilecek sorular konusunda ve sözlü tarih çalışmalarındaki tarihsel perspektif konusunda derinlikli fikir sahibi olmuş oldular.
Öğrencilere Geri Bildirimler
Son olarak, proje danışmanları Prof. Dr. Füsun Üstel ve Doç. Dr. Erol Köroğlu, öğrencilerin çalışmalarına ilişkin bir geri bildirim verdiler. Üstel; yoğun ama çok verimli bir çalışma olduğunu, öğrencilerin metoda ilişkin düşüncelerinin biçimlendiğini, Ahmet Ersoy’un kültür kavramının dönüşümü konusunda çok temel bilgiler verdiğini söyledi. Birinci atölyede bir metni paylaşılan Raymond Williams’a atıfta bulunarak, kültürün sıradanlığını hatırlattı; yüksek kültürden doğallaşan kültür kavramına geçişe vurgu yaptı.
Lise grubunda sunulan kitapların her birinin, kültürün farklı bir boyutunu açma anlamında birbirinden farklı olduğunu, aynı zamanda yazarların profilinin de farklı olduğunu vurguladı. Yazarların da, konuların da belli bir bağlamın ürünü olduğunu söyledi.
Bugünün en önemli kazanımlarından birinin, sözlü tarihin aslında tarihin aktörleri arasındaki hiyerarşiyi kaldırdığının, her birine söz verdiğinin görülmesi olduğunu ifade etti. “Kimin kültürü, hangi kesimin kültürü?” sorularının “kültür tarihi” alanında sorulması gereken sorular olduğunu söyleyerek hiyerarşiden arındırılmış, çoğulluğu, eşitliği yansıtabilen tarih çalışmalarının son derece demokratik bir tarih anlayışına da imkân sağladığını belirtti. Atölye çalışmasında hep beraber farklı duyarlılıklar geliştirildiğini düşündüğünü söyleyerek sözlerine son verdi.
Köroğlu ise çalışmanın pürüzsüz ve adım adım giden bir atölye olduğunu vurguladı. Projenin bundan sonrasına ilişkin bilgi veren Köroğlu, öğrencilere bir sözlü tarih çalışması yapacak olduklarında kendilerini nerede görmeleri gerektiğine dair ipuçları verdi. Yaptıkları işte mütevazı bir tutum sergilemeleri, çalışmaya bir ödev ve bir görev olarak da yaklaşmamaları gerektiğini söyledi. Öğrencilere kendilerini şu şekilde “modellemeleri” gerektiği hatırlatmasını yaptı:
“Belirli eğitimler ve yöntemler doğrultusunda kültürel tarih alanında çalışmayı veya sözlü tarih yapmayı öğreniyorum, bu konuda tecrübe kazanıyorum. Amatör bir araştırmacıyım. Deneyim biriktiriyorum. Tarih ve kültür konusunda; toplumla, insanla, ötekilerle ilişki konusunda kendimi eğitiyorum.”
Üründen çok süreci yaşıyor olmanın, okuma ve tartışma sürecinin çok kıymetli olduğunu da vurgulayarak bu konuların hepimizin hayatıyla ilgili konular olduğunu ve ileride tarihçi olsun olmasın gençlerin vatandaşlar olarak bu konularla ilgilenmesinin çok önemli olduğunu vurguladı. Köroğlu sözlerini tüm konuşmacı, öğretmen ve öğrencilere teşekkür ederek tamamladı.
Proje 16 Mayıs’ta yapılacak olan final etkinliği ile sona erecek. Final etkinliğinde öğrenciler yıl boyunca yürütmüş oldukları çalışmaları birbirleriyle paylaşacaklar.