Tüm tatillerimi ve boş zamanlarımı denizde veya deniz ile ilgi aktiviteler yaparak geçiren ben, bu yaz babamın bir tavsiyesiyle 31 Temmuz – 1 Ağustos’da İzmir’in, Karaburun ilçesinde düzenlenen “Sosyal Bilimlerde Eleştirel Okuryazarlık” yaz atölyesine katıldım. Başta ilgimi hiç çekmedi ama atölye bittiğinde hiç pişman değildim. Atölye çalışması gönüllü bir ekip olan Hayalciler ve Tarih Vakfı ile ortak yapıldı.
Bu atölye küçük ve şirin olan Karaburun Halk Kütüphanesi’nde yapıldı. Atölye Fırat Güllü ve Nalan Balcı öğretmenlerimizin açılış konuşması ile başladı ve ardından kardeşim ve benim de dâhil olduğum 22 kişi ile tanışma oyunu oynadık. Tanışma oyunu sonrası yeni arkadaşlar edindik. Tanışma oyunundan sonra dört gruba ayrıldık ve her gruba altı fotoğraf verildi. Farklı coğrafyalarda yaşayan insanların farklı sebeplerle göç ettiği fotoğraflardı. Oy birliği ile her grup kendi içinde bir fotoğraf seçerek fotoğrafta yer alan bir kişiyi belirleyip bizlere verilen çalışma kâğıdındaki yönergeye göre seçilen kişiye ait biyografi, otobiyografi, anı, günlük yazısı yazdık. Fotoğraftaki küçük kızın ağzından o gün yaşananları anlatan bir günlük yazısı yazdık. Her grup yazısını bitirince grup sözcüleri o yazıları diğer gruplara okudu ve yönergeye uygun sorular tartışıldı. Birinci grup fotoğrafta yer alan bir kişiyi bilim insanı varsayarak biyografisini yazdı. İkinci grup fotoğrafta seçtiği bir kişinin otobiyografisini yazdı. Üçüncü grup fotoğrafta seçtiği bir kişinin gözünden o kişinin geçmişte yaşadığı çarpıcı bir olay ile ilgili bir anı yazdı. Bizim grubumuz ise o kişinin gözünden bir günlük yazdı.
Yaşam yazını I çalışmasından sonra diğer etkinliğe geçtik. Neden yaşamamızı yazarız? sorusu üzerinden tartıştık. Bu tartışmanın ardından herkes gelecekte bir gün anılarını ya da yaşam öyküsünü yazmaya karar verdiğini hayal ederek yönergedeki sorular doğrultusunda yazısını kaleme aldı. Benim yazımda 147 yaşındaydım ve ölümsüzlük iksirini bulmuştum. Bu iksiri sadece 3000 yılında açılacak bir kutunun içine koymuştum ve o kutuda insan tanıma sistemi vardı. Eğer bunu açmaya çalışan insan kötü biriyse bu kutu açılmayacaktı. Herkes yazdığı bu anıları değerlendirmeleri için Fırat ve Nalan öğretmenlerimize teslim etti. Akşam yapmamız için ödevimiz verildi. Ödevimiz üç adımdan oluşuyordu. Birinci adım, Anne Frank’ın Hatıra Defteri’nden bize verilen günlükleri okumak. İkinci adım, bu günlükleri okuduktan sonra yönergedeki soruları cevaplamak. Üçüncü adım, bu sorulara verdiğimiz cevaplarla İkinci Dünya Savaşı’nda yaşamış olan küçük bir kızın, yani Anne Frank’ın gözünden o dönemi anlamaya çalışmaktı. Atölyenin ikinci günü, her grup ödeve verdiği yanıtları tartışarak ortak bir sunum hazırlamaya çalıştı. Benim olduğum gruba yeni arkadaşlarda atölyeyi merak edip gelmişlerdi. Onlara neler yaptığımızı anlattım ve hemen çalışmaya başladık. Herkesin fikrini söylediği ortak bir sunumda uzlaştık ve grup sözcüsü olarak sunumu yaptım. Bu çalışmayı tamamlayınca ikinci etkinliğine başladık. Herkese beş sayfadan oluşan metin çalışmaları verildi. Metinler Yunanistan’daki Türkler ile Anadolu’daki Rumlar arasındaki nüfus değişimini yani mübadeleyi anlatıyordu. Bizlere verilen metinlerden hangilerinin öznel hangilerinin nesnel olduğunu tespit etmemiz istendi. Böylece bazı olayların kişiden kişiye göre değişebileceğini yani onların duygu ve düşüncelerine göre yargılar içerebileceğini, bazı olayların ise kişilere göre değişmeden nesnel bilgiler verilebileceğini öğrendim. Etkinlikte her metin mübadele ile ilgili bize farklı bilgiler veriyordu. Aynı olayı anlatan farklı metinler mübadelenin farklı boyutlarını da görmemi sağladı. Böylece eleştirel düşünmeye başladım. Mübadelede sırasında yaşanan olayı anlatan anı metni diğer metinlere göre yaşanan olayla daha kolay empati kurmamı sağladı.
Başta ön yargılı olarak geldiğim bu atölyeden keyif alarak ayrıldım. Bu atölye bana bir sürü yeni bilgi ve beceri dışında birçok yeni arkadaş kazandırdı. Grup çalışmalarında ekibin bir parçası olmak, tarihe farklı bakış açılarıyla bakıp değerlendirmek bizler için büyük bir kazanım oldu. Keşke bu atölye hiç bitmeseydi diye düşündüm ama ne yazık ki her güzel şeyin elbette ki bir sonu vardır. Bundan sonra bunun gibi atölyelere hep katılacağım. Bu atölyeyi düzenleyen kişilere yani Hayalcilere ve Tarih Vakfı’na çok teşekkür ederim.
Yunus Duçe (8B)
* Bu değerlendirme yazısı Toplumsal Tarih Dergisi’nin ekim sayısında yayımlanmıştır.