Levent Yerleşkemizden lise öğrencimiz Zeynep Sarıfakıoğlu (10C), İl Milli Eğitim Müdürlüğünün 10 Kasım Atatürk’ü Anma Günü kapsamında düzenlediği “Ata’ya Veda” konulu kompozisyon yarışmasında “Bitmeyen Veda” isimli metniyle ilçe ikincisi oldu.
Bitmeyen Veda
Ata’mız… Günümüzde portresi sınıfların duvarlarında, evlerin oturma odalarında, ders kitaplarının ilk sayfasında yerini alan Ulu Önder’imiz… Yalnızca Türklerin değil, dünyadaki çoğu vatandaşın hayranlık ve minnet ile andığı, askeri deha, başarılı öğretmen ve en önemlisi de Türklerin atası…
Sene 1938… Mustafa Kemal, Dolmabahçe Sarayı’ndaki yatağında son nefesini verdi ve gözleri, bir daha hiç açılmamak üzere kapandı. Türkiye’nin her yerinde saatlerin yelkovanları, 09.05’i gösterdi. Küçük bir kız, yüreğinde bir acı duydu, küçük ellerini kalbinde birleştirdi. Dar sokaklarda koşturarak işine yetişmeye çalışan genç bir adam, adımlarını yavaşlattı, içinde kötü bir his vardı. Sabahın erken saatlerinde açılmış olan küçük bir mahalle kahvehanesinde, kapının üzerinde yıllardır asılı duran Atatürk portresi düştü, cam parçaları ahşap zeminde parçalandı.
Atatürk’ün naaşı, 16 Kasım 1938 günü, Dolmabahçe Sarayı tören salonunda katafalka konuldu. Derin, delici bir sessizlik hâkimdi yüksek tavanlı, kalabalık odaya. Her söylenen söz, salonda yankı yapıyor, onun yokluğunu vurgulamak istercesine havada asılı kalıyordu. Ağabeyinin naaşının başında duruyordu Makbule Hanım, gözyaşları yanaklarından süzülüyor, inci taneleri gibi parlıyordu. Hâlâ inanamıyordu o eşsiz insanın bu dünyaya veda ettiğine; böylesine ani ve böylesine alelacele…
On beş yıl sonra matem tekrar yaşandı. Mustafa Kemal Atatürk’ün Etnografya Müzesi’ndeki mezarının açılmasında karar kılındı. 9 Kasım 1953 gecesi, Ankara Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji kürsüsü başkanı olan Prof. Dr. Kamile Şevki Mutlu’nun telefonu çaldı. Profesörden, naaşın bozulmadan korunduğunu belgelemek için muayene etmesi rica edildi. O sırada evinde, sıcacık yatağında kırk derece ateşle yatan Doktor, ertesi sabah kalktı, hazırlandı ve bu tarihi görevi yerine getirmek için Etnografya Müzesi’nde aldı soluğu.
Mezarın Anıtkabir’e taşınması için bir komite hazırlanmış, müzede toplanılmıştı. Tabut kaldırılır ve açılırken, orada bulunan ve bu ana tanıklık edenler soluklarını tuttular. Ata’nın yüzünü yıllar sonra ilk kez görecek olmanın heyecanının yanı sıra yıllardır yanan hüzün ateşi alevlenmişti herkesin içinde. Kefenin sargıları açıldığında, yersiz bir endişeyle tabuta doğru eğildi. Profesör ve Ulu Önder’in yüzünü gördü, yalnızca biraz kararmıştı ama oydu işte. Türk milletinin Yüce Önder’inin saman saçları alnına dökülmüştü; huzurlu ve sonsuz bir uykudaydı. Makbule Hanım, başını tabutun kenarına yasladı ve gözlerini kapattı; duaları, ağabeyi ile anılarına, Selanik’teki evin belli belirsiz görüntüsüne karışıyordu…
Nakil günü sokaklar doldu taştı. İstanbul’dan Ankara’ya kadar gözler ve yürekler, onun için ağladı. Cenazesinde, kimi tanıdık kimi bu yüce insanın hayranı olan yüzlerce yüz, ona veda etti; altın sarı saçlı, anlamlı bakışlı önderin siması silindi yavaşça gözlerinin önünden…
Zeynep Sarıfakıoğlu (10C)