Klinik Psikolog Laura Wolmer ve Marmara Üniversitesi emekli profesör Dr. Yankı Yazgan, 12 Kasım Pazartesi günü Terakki’de “Masaldan Eğitime Yolculuk” adlı konferansta veliler ile buluştu.
DEHB (Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu) eğitimini konu alan “Hiperaktivite ve Hayat” kitabının yazarı Wolmer, kitabın nasıl kullanılması gerektiğini ailelere aktardı. Buna ek olarak, velilelerin eğitim seminerlerinden sonra öğrendiklerini çocuklarına ulaştıramamasının ise çok büyük bir sorun olduğunu dile getirdi. Wolmer, çocuğun kendi durumu hakkında bilgi ve farkındalığı netleştirmek için DEHB’nin ne olduğu, ne zaman başladığı ve ne zaman biteceği şeklinde sorularla iletişimin sağlanması gerektiğini açıkladı. Ancak bu konuda ebeveynlere yönelerek çocuklarıyla neden DEHB hakkında konuşmamalarına dikkat çekti. Hiçbir ilacın farkındalığın yerine geçemeyeceğini düşünen Wolmer, ailelerin sorumluluğu ilaca yükleyerek çocuklarıyla konuşmamayı tercih etmesinin yanlış olduğunu vurguladı. Kendisiyle ilgili neler olduğunu bilmeyen çocuğun kendini daha kötü hissedeceğini ve bu yüzden durumunu öğrenmesi gerektiğini savundu. Yaş büyüdükçe DEHB’nin geçeceğini düşünen ebeveynler için Wolmer, beynin çalışma şeklinin hayat boyu devam edeceğini ve eğer çocuğun farkındalığı gelişmemişse sorunların da buna paralel olarak artacağını anlattı.
Wolmer, konuşmasına ofisinden çekilmiş bir ilkbahar fotoğrafıyla devam etti; baharda açan çiçekleri çocuklar üzerinden tasvir ederek, tedavi gördükten sonra gelişen her bir çocuğu açan çiçeklere benzetti. Kendini de bahçıvan olarak gören psikolog, DEHB’si olan çocukların budanmaya ve sulanmaya ihtiyacını olduğunu söyledi. Onları olduğu gibi kabul etmek ve onlara kızmamak gerektiğini dile getiren Wolmer, sahneye davet ettiği iki psikolog arkadaşının aracılığıyla kitabındaki doktor ile çocuk arasında geçen diyaloğu konuklara aktardı; DEHB’li çocukların kendi durumları hakkında olumsuz teoriler yürüttüğünü ve bu olumsuzluğu ortadan kaldırmak için de “Hiperaktivite ve Hayat”ı yazdığını söyledi.
Kitap hakkında:
Yazarın masal ile başlayan kitabında karmaşık ve çok düzenli olan iki tane hayali ülke var: Karmaşıkistan ve Düzgünistan. Metafor kullanılan ülkelerden Karmaşıkistan, DEHB’li insanları temsil ederken, Düzgünistan da düzenli insanların ülkesini oluşturuyor. Düzenli taraf ise diğer ülkeyi sürekli dışlayan bir rol üstleniyor. Beş yaş için yazılmış olan bu kitapta esprili ve basit bir anlatım kullanılması, çocuklarla iletişime geçişi daha kolay bir hale getiriyor. Yazar, DEHB’li bir insanın beyninin nasıl çalıştığını “içsel polis” imajı ile anlatarak beyindeki bu polisin uyuyakaldığını ve istenirse uyandırılabileceğinden bahsediyor. Her bölüm arasında aracı için konulmuş bir açıklama var ve ardından da çocuklarla okunması gereken kısım geliyor.
Ayrıca DEHB’li çocukların nasıl düşündüklerine ve ne hissetiklerine dair bölümler de kitapta yer alıyor. Yazar için “Uyuyakalmış Polis Mazeret Olamaz” adlı bölüm DEHB’nin en önemli tarafını vurguluyor; içsel polisi uyandırmak, sadece çocuğa ait bir görev. Konferansta suç ve sorumluluk kavramlarını birbirinden ayırmak konusunda aileleri uyaran Wolmer, çocuğun başına gelen çoğu şeyin isteği dışında gerçekleştiğini söyleyerek ona ceza vermek yerine sorumluluk duygusu aşılamak gerektiğini savundu. Bunu da örnekle açıklayarak devam etti; tenefüs zili çalınca koşuşturarak sınıftan çıkan çocuk, arkadaşının eşyalarını yere düşürmesi sonucu ceza değil, onları yerden toplaması gibi bir sorumluluk almalı.
Bununla beraber, “hiperaktif çocuklar” genellemesinin yanlış olduğunu dile getiren Wolmer, üç çeşit çocuk tipi olduğunu vurguladı: Turbo motor, Astronot, Turbo Astronot. Bu tarz sıfatların hem çocukların hoşuna gittiğini hem de kendilerini daha sevimli bir şekilde tanıtma fırsatı yakaladıklarını söyledi.
Kitap, tüm aile için hazırlanmış olan bir test ile son bulurken, çocuk kitabı okuyup polisi uyandırmayı öğrendiği için “dikkat eksikliği bozukluğu uzmanı derecesi”yle sertifikasını alıyor ve ödüllendirilmiş oluyor.
Laura Wolmer’in konuşmasının ardından Yankı Yazgan, problemi yok saymak yerine gerçekçi olmak ve soruna gerçekçi bir şekilde yaklaşmak gerektiğinin önemi üzerinde durdu.