Levent Yerleşkemizden öğrencimiz Mina Özçakır (6C), Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Enerji Verimliliği ve Çevre Dairesi Başkanlığı tarafından, 24 Kasım-15 Aralık tarihleri arasında, ortaokul öğrencilerine yönelik olarak düzenlenen “Enerji Verimliliği” temalı öykü yarışmasında, “Neyse Ki Hâlâ Şans Var!” adlı öyküsüyle Beşiktaş ilçe birincisi oldu.
Öğrencimiz bu başarıyı, aşağıda tam metni yer alan öyküsüyle elde etti:
Neyse Ki Hâlâ Şans Var!
Bugün, lambadaki son günümdü. Lambanın Alaaddin’in sihirli lambası olmasını isterim ancak bu lamba bizim Efe’ye aitti. Efe de keşke Alaaddin gibi bu lambayı parlatsa ve ben de böyle güzel bir masal içinde kendimi buluverseydim. Ama bizim hikâye böyle değil…
Efe, maalesef lambayı her gün açık unuttuğu için ömrümün sonuna beklenenden daha hızlı geldim. Gece gece kendimi bir çöp kutusunda buldum. Neyse ki bu ortamda yalnız değildim. Yanımda Efe’nin annesinin iki sene önce hediye ettiği arabalı tişörtü, daha alınmasının üzerinden bir yıl bile geçmemişken kendini benim yanımda bulan mavi kulaklık, yarısı hâlâ dolu su şişesi, bir parça ısırılarak kendisini çöpün dibinde bulan çikolatalı gofret…
Tanımadığım birileriyle aynı kaderi paylaşmak bana güç verdi. O güçle, sessiz sessiz durmak yerine herkese bir selam verdim. Biraz solmuş renginin aksine capcanlı sesiyle tişörtten geldi ilk ses. “Merhaba”. Sanırım ondan güç alan kulaklık da atladı konuşmaya. “Merhaba”. Su şişesi ise sessizce bakmakla yetindi. Belli ki üzgündü. Birkaç saniye sonra “hello” diye bir ses daha geldi. Aramızda yurt dışından gelen misafirlerimiz de vardı anlaşılan: Gofret havalı aksanıyla başladı anlatmaya: O kadar yolu bir ısırık alındıktan sonra buraya düşmek için mi geldim? Bir çikolata fabrikasında ne hayallerle çıkmıştım yola… Ama sonum burada bir çöpte bitti. Bari tamamen yenseydim o kadar emek boşa gitmezdi. Bu çöpe gelene kadar neler gördüm neler… Bir bilseniz… Beni üretene kadar harcanan enerjinin haddi hesabı yok: elektrik, doğal gaz, petrol… E fabrikaya elektrik lazım, doğal gaz lazım… Beni alıp markete götüren arabanın benzini… Daha aklıma gelmeyen kim bilir ne kadar çok enerji harcandı bu yolda? Ama şimdi gelin de benim halime bakın. Bu çöpü boylamış yarım bir gofretten başka bir şey değilim.
Onun ardından su şişesi isyan etti. Ülkemizin önemli su kaynaklarından bir yerden tesise binbir zahmetle getirilmiş, tesiste yine kim bilir hangi tesisten gelen plastik şişeye doldurulmuş ardından bulunduğu ülkenin dört bir yanına tırlarla dağıtılmış. Küçük bir elin kendini raflardan almasıyla sevinmiş ama kendini gofret gibi burada bulmuş. Bunları anlatırken karşımızda neredeyse ağlayacaktı ama zaten su olduğu için durumu belki de biz anlayamadık.
Ardından sözü kulaklık aldı. Ne de güzel rengi vardı masmavi… Elektronik cihaz olması nedeniyle biraz farklı görünüyordu bizlerden. “Sağ kulaklık maalesef sizlere ömür…” dedi hüzünle. İşe yaramadığı anlaşılınca da o da hepimizle aynı kaderi paylaşmış.
Tişört ise geçen yıl doğum gününden kalma bir hediyeymiş. Bir yırtığı bile yok! Ama azıcık rengi solmuş diye atılmış. Önceleri en sevilen tişörtken ne havalıydım, diye eski günlerini ansa da kaçınılmaz sonu bizimle paylaşıyor şimdi.
Bendeniz pili de biliyorsunuz… Hem doğru dürüst verimli çalışamadım hem de atık pil kutusuna gitmek yerine sıradan bir çöpe atıldım. Diğer arkadaşlardan özür diledim, sonuçta varlığım biraz da tehdit onlar için, bu halimle tehlikeliyim aslında. İçimdeki benim bile adını hatırlamadığım kimyasal bileşenlerin doğaya zarar verdiğini biliyorum. Ama Efe bilmiyor. Ama Efe, plastik şişenin, gofret ambalajının, plastikten yapılma kulaklığın doğaya zarar verebileceğini biliyor olmalı. Hem doğal kaynakları kirletebiliriz hem de usule uygun tüketilmediğimiz için enerji israfının en önemli temsilcileriyiz. Kim bilir ülkemizde hangi çöp yığınının içinde daha milyonlarca, milyarlarca atıkla buluşacağız. Onlar da kim bilir hangi fabrikalardan, nerelerden gelen gıda, elektronik cihaz, plastik, pil, giysi… İnsanlar bizi üretmek için kendi ülkelerinin enerjilerini harcıyor sonra da o enerjiyi israf ettiklerini düşünmeden bizi hızlıca tüketiyor. Hatta pek çoğumuz tam tüketilmeden çöplükte buluyor kendini. Hepimiz de birleşince maalesef hem ülkeye hem de dünyaya zararlı dev bir ordu haline geliyoruz. İnsanlığın kendi düşmanlarını kendilerinin üretmesi gerçekten tuhaf…
Tüm bu düşünceler ile yaklaşık bir gün aynı çöpteki diğer arkadaşlarla konuşup durduk. Ama bizim konuşmamız neye yarar? Keşke pil atık kutusuna atılsaydım, tişört de biraz daha giyilebileceğini düşünüp onu kullanmak isteyen başka birine verilmediği için haksızlığa uğradım, diyor. Haklı… Giysi atık kutusunu hak ediyordu. Gofret en azından ambalajının geri dönüşüme atılabileceğini söylüyor, elektronik cihazlar için elektronik atık kutuları olduğunu da biliyoruz. Ama Efe bilmiyor ya Efe’nin ailesi? Onlar da mı bilmiyor acaba?
Kendimizi bu düşüncelere kaptırmışken odaya Efe, annesiyle girdi. “Anne hemen bu işi çözmeliyiz!” diyerek telaşlı bir sesle bize doğru geldiler. Efe’nin annesi Zeynep Hanım bize bakarak “Bu tişört bu çöpü hak etmiyor.” dedi. Derken ben de, su şişesi de, ambalajlı gofret de bu çöpten çıkarıldık. Belli ki bir şeyler değişmişti. Efe, annesine “enerji kaynaklarının verimli kullanılması” ile ilgili bir öykü yarışmasına katılacağını, bu yarışmaya katılırken bizim bu çöpte bulunmamızın hiç de doğru olmadığını açıkladı. Bugün okulda öğretmeni ile bu konu üzerinde çalışıp araştırma yapmışlar. Annesine evdeki lambaları açık bırakmamaları ve enerji israfı olmaması için gıda, giysi gibi ürünleri ihtiyaçları kadar kullanmak gerektiğini heyecanlı heyecanlı anlattı. İki gün önceki Efe gitmiş yerine bilinçli bir çocuk gelmişti. Üzerimizdeki o hüzünlü, umutsuz hava gitmişti; enerji dolmuştuk. Çocukların bu dünyada bir umut olduğunu düşünerek gözlerimiz doldu. Neyse ki bu dünya için hâlâ bir şans var.
Mina Özçakır (6C)