Öğrencimize Makale Yarışmasında Mansiyon Ödülü

1340

Tepeören Yerleşkemizden lise öğrencimiz Nehir Kaplan (11 IB E), Sainte Pulchérie Fransız Lisesinin “Oğuz Atay” adına düzenlediği 12. Liseler Arası Makale Yarışması’nda “Bireysel Kimlik ve Geçmiş ile Mücadele: Oğuz Atay’ın Öykülerinde ‘Yüzleşme’ Teması Üzerine Bir Edebi İnceleme” adlı makalesiyle mansiyon ödülü aldı.

Bireysel Kimlik ve Geçmiş ile Mücadele: Oğuz Atay’ın Öykülerinde “Yüzleşme” Teması Üzerine Bir Edebi İnceleme

     Modern Türk edebiyatının öncü isimlerinden biri olan Oğuz Atay, eserlerinde toplumda yer edinememiş aydın figürlerin var oluş problemlerini ele alarak iç dünyalarında yaşadıkları mücadeleleri karakterlerin çevreleri ve kendi benlikleriyle yaptıkları hesaplaşmalar aracılığıyla aktarmaktadır. Yüzleşme, Oğuz Atay’ın “Unutulan”, “Babama Mektup” ve “Demiryolu Hikâyecileri – Bir Rüya” öykülerinde odak figürlerin geçmişe dönüp başka bireyler ile yüzleşmeleri, kendi içlerinde gerçekleştirdikleri ruhsal mücadeleler ve adaletsiz toplumsal düzenlere karşı yapılan başkaldırılar üzerinden işlenmektedir. Yüzleşme, başka bir bireyle hesaplaşmak anlamına gelebilirken sessizlik sonrası yapılan isyan olarak da yorumlanabilmektedir. Yazarların modernizmde sıkışmış bireylerin iç çatışmalarını, geçmişleri ve kendileriyle yaptıkları hesaplaşmalar üzerinden aktarmaları sebebiyle bu edebi inceleme yazısında “yüzleşme” teması üzerine çalışmak ilginç ve önemlidir. Atay’ın eserlerinde iç çözümleme tekniğiyle “korku” teması üzerinden bireylerin benlik kaygılarını ele alması ve bozulmuş toplumsal yapılar üzerine farkındalık kazandırma amacı taşıması, yüzleşme konusunu üzerinde çalışılmaya değerli kılmaktadır.

     Oğuz Atay’ın “Korkuyu Beklerken” adlı eserindeki “Unutulan” öyküsünde, bilinç akışı ve geriye dönüş teknikleri üzerinden odak figürün evinin tavan arasına yaptığı ziyarette geçmişini anımsayarak annesi, babası, eski kocası ve kendisiyle yüzleşmesi anlatılmaktadır. Odak figürün anılarını barındıran karanlık tavan arası bilinçaltının derinliklerini temsil ederken geçmişle yüzleşilen düzlem olarak betimlenmektedir. “Feneri yakın bir yere tuttu; annesiyle babasının resimleri. Aralarında eski bir ayakkabı torbası, kırık birkaç lamba.” (Atay 28) alıntısındaki fotoğraf imgesi, odak figürün bilinçaltına hapsolmuş anılarını çağrıştıran bir laytmotiftir. Anne ve babanın resimlerinin kırık lambalar gibi önemsiz eşyalar ile tavan arasında aynı konumda bulundurulması, odak figürün geçmişiyle arasındaki duygusal kopukluğu temsil etmektedir. Hikâyedeki anne-baba çatışması, Atay’ın “Babama Mektup” öyküsü ile bir benzerlik kurmaktadır. Öykülerde odak figürlerin bilinçaltında aile içi çatışmaların bıraktığı kötü anılar, geçmişle yüzleşmekten korkmalarına sebep olmaktadır. Öyküde fotoğraflar gibi eski eşyaların üzerini toz kaplaması, uzun bir süredir ellenmemiş olduklarını göstermektedir. Toz, geçmişteki anıları kapatması bakımından unutulmuşluğun ve bilinçaltının kapanışının simgesidir. Odak figürün fotoğrafların üzerindeki tozu silmesi, anılarının zihninde tekrar canlandığını ve geçmişiyle yüzleşme cesaretine sahip olduğunu göstermektedir.

     Öyküde 1. ve 3. kişi ağzından iki farklı anlatıcı türünün kullanılması, anlatımda nesnelliğin sağlanması ve odak figürün iç dünyasının okura aktarılması bakımından çok katmanlı bir anlatımı hâkim kılmaktadır. Geçmişle yapılan yüzleşmenin dışında odak figürün iç hesaplaşması da öyküde ele alınmaktadır. Odak figürün öykü boyunca kendi kendine konuşması ve kendine sorular sorması, bir iç hesaplaşma ve yüzleşme içerisinde olduğunun bir göstergesidir. Öyküde iç konuşma tekniği ile aktarılan “Gülümsediğimi gösteren bir ayna olsaydı; biraz da ışık.” (Atay 27) alıntısındaki ayna, gerçeği yansıtan bir motiftir. Ayna laytmotifi, Atay’ın öykülerinde bireyin kendisi ile yüzleşmesini ve ruhsal hesaplaşmalarını sembolize etmektedir. Odak figürün gülümsemesini gösteren bir ayna istemesi, mutluluk arayışına yapılan bir göndermedir. Karanlık tavan arasında umudu temsil eden ışığa erişmek istemesi, hayatında berraklık ve iç huzura ulaşmak için bilinçaltında hapsolmuş anıları ile yüzleştiğini göstermektedir. El fenerini karanlık tavan arasındaki eşyaları inceleyerek karmaşık geçmişinde yolunu bulmada kullanmaktadır. Tavan arasına yaptığı ziyaretle bilinçaltının derinliklerine inip gerçeklerle yüzleşerek yalnızlığından ve korkularından kurtulabileceğine inanmaktadır.

     Atay birçok öyküsünde odak figürler üzerinden korku duygusunu ön plana çıkarmaktadır. “Demiryolu Hikâyecileri – Bir Rüya” öyküsünde bu tema otoriter sistemin adaletsizliklerine duyulan kaygı üzerinden incelenirken “Unutulan” öyküsünde odak figürün geçmişiyle hesaplaşmaktan korkmasıyla aktarılmaktadır. İki öyküde de ancak korkularıyla yüzleşme cesaretini gösterebilen birey kendisiyle hesaplaşarak huzura erişebilmektedir. Öykü, geçmişe dair acı verici gerçeklerin üzerini hayal unsurlarıyla kapatması bakımından büyülü gerçekçilik akımının izlerini taşımaktadır. Bilinçaltındaki korku gibi soyut kavramlar, gotik bir atmosfer oluşturan ceset imgesiyle somutlaştırılarak zihindeki karmaşa okura yansıtılmaktadır. “Eski sevgilisi yatıyordu yerde. Tozlanmış, örümcek bağlamış; tavan arasındaki her şey gibi.” (Atay 30) alıntısında korkularıyla savaşıp eski kocasının cesedi ile yüzleşerek ilişkisindeki çatışmaları ortadan kaldırabileceğine inanmaktadır. Tavan arasında yıllarca durmuş cesedi fark etmemesi absürttür. Bu durum okura odak figürün anlatımının gerçekliğini sorgulatarak güvenilmez anlatıcı kavramını ön plana çıkarmaktadır. Okurun hayal ve gerçeklik arasında kalması, öykünün geçtiği tavan arasına yapılan bir göndermedir. Ceset, tıpkı eski eşyalar gibi tavan arasına kapatılmıştır, onlardan bir farkı yoktur. Fakat bu durum odak figürün eski kocasından soyutlandığını değil, eşyaya yabancılaşarak zihninde yer edinmiş bireyle olan bağını kuvvetlendirip yaşanmışlıklarla hesaplaştığını göstermektedir.

Oğuz Atay’ın “Babama Mektup” öyküsünde, toplumda kendine yer edinememiş odak figürün ölmüş babasına yazdığı fakat asla gönderemeyeceği mektupta baba figürü ve kendisiyle yüzleşmesi ele alınmaktadır. Atay’ın “Unutulan” öyküsünde önde gelen temalardan biri olan ölüm, “Babama Mektup” isimli öykünün ana temasını oluşturmaktadır. Odak figür babasına duyduğu korku nedeniyle hayattayken onunla kuramadığı iletişimi ölümünden sonra yazdığı mektupta geçmişe dönüp gerçek duygularını itiraf etme cesaretini bularak kurabilmektedir. Anlatıcı, mektup tekniği üzerinden odak figürün iç dünyasını okura aktarırken geriye dönüş tekniği ile babasının kısıtlamalarıyla gelişmiş kimliğini incelemektedir. Öyküdeki “Oysa yıllar önce, bazı zamanlar, sen olmasaydın birçok şey yapabileceğimi düşünürdüm. Şimdi artık suçun kendimde olduğunu görmek zorundayım.” (Atay 171) alıntısında odak figürün babasıyla yüzleşme yolunda bir içsel hesaplaşma gerçekleştirdiği aktarılmaktadır. Burada odak figür babasını değil kendini eleştirmekte ve suçunu kabullenmektedir. Babanın ölümünden önce korku ve başkaldırı hisleri ön plandayken ölümden sonra pişmanlık ve çaresizlik duyguları odak figürün zihnini kaplamıştır. Bu mektup sayesinde bastırılmış ve bilinçaltında hapsedilmiş duygular dışarıya aktarılabilmektedir.

Odak figürlerin iç mücadeleleri bakımından Atay’ın bu öyküsü, Kafka’nın “Babaya Mektup” adlı eserine dair izler barındırmaktadır. İki eserde de odak figürlerin babaları ile yüzleşmelerinin yanı sıra kendi kendilerine yaptıkları derin iç hesaplaşmalar ele alınmaktadır. Atay’ın bu hikayesinde odak figürün iç hesaplaşması, iç çözümlemeler ve geriye dönüş tekniği ile anılarını hatırlaması sonucunda kendi benliğini sorgulaması üzerinden aktarılmaktadır. Öyküde odak figürün sıkça eski Türkçe sözcük ve kalıplar kullanması, dil ve üslup bakımından babasını çağrıştırdığının bir kanıtıdır. Gençliğinde babasına benzemekten kaçınmasına rağmen ölümünden sonra büyüdükçe giderek babasına benzediğini fark etmesi ve bu durumu içselleştirmesi, odak figürün benlik kaygısını oluşturmaktadır. İsimsiz olması ise kimlik yitimini ve benlik arayışındaki karmaşaları sembolize etmektedir. “Gene de sonunda sana bütünüyle benzemekten korkuyorum babacığım: Yani ben de sonunda senin gibi ölecek miyim?” (Atay 184) alıntısında “Unutulan” ve “Demiryolu Hikâyecileri – Bir Rüya” isimli öykülerdeki öncü temalardan olan korku duygusu ön plandadır. Burada odak figür hem ölümden hem de bireyselleşemeyeceğini düşündüğü için babasına benzemekten korkmaktadır. Odak figürün babasına hitap etmekte sıkça kullandığı “babacığım” kelimesi öyküde bir laytmotif görevi görmektedir ve korku temasına ironik olarak baba-oğul samimiyetini sembolize etmektedir. Odak figürün yazdığı mektup yaşamı boyunca anlaşılmaması ve otoriter bir figür tarafından bastırılmasına dayalı iç isyanıdır. Ana karakterin sessiz başkaldırısını ele alan öykü bu bağlamda Atay’ın “Demiryolu Hikâyecileri – Bir Rüya” adlı hikâyesi ile bağlantılıdır.

Atay’ın “Demiryolu Hikâyecileri – Bir Rüya” öyküsünde, şehir merkezinden uzak bir konumdaki bir demiryolu istasyonunda zor şartlar altında hikâyeler yazıp satarak geçimlerini sağlamaya çalışan bir grup yazarın yaşam mücadelesi anlatılmaktadır. Odak figür, genç bir kadın ve hasta bir Yahudi’den oluşan bu seyyar hikâye satıcıları grubunda fiziksel ve ruhsal açıdan en kuvvetlileri olarak yalnızca ana karakter çalıştıkları şartların adaletsizliğine sessiz de olsa bir başkaldırıda bulunup hikâyecilik mesleğini ayakta tutabilme cesaretini taşımaktadır. Atay’ın “Unutulan” ve “Babama Mektup” öykülerindeki gibi hikâyede korku, otorite kaygısı ve iletişim eksikliğine dayalı yüzleşememe sorunsalı ele alınmaktadır. İstasyon, hikayecilerin yaşam mücadelesi verdiği ve odak figürün içinde bulundukları konumun absürtlüğü üzerine ruhsal hesaplaşmalar gerçekleştirdiği mekândır. Öykülerine değer vermeyen bir yolcu hakkındaki “Birden genç yataklı vagon yolcusuna sinirlenerek buz gibi bir sesle, isterseniz geri verin hikayeleri, paranızı geri alın demiştim. Aslında yalan söylüyordum: Cebimde meteliğim yoktu.” (Atay 191) alıntısında toplumun dışındaki istasyonda bile gözlemlenen hızlı tüketim kültürüne yetişmek adına yazarların güncel konular hakkında hikâye yazmak zorunda oldukları aktarılmaktadır. Odak figür, sanatsal özgürlüklerini kısıtlamaları bakımından hızlı üretim kültürünü destekleyen bireylerle yüzleşerek hakkını savunmaktadır. Fakat geçimini sağlamak için hızlı üretime devam etmek zorundadır, bu nedenle başkaldırısı olumsuz sonuçlanmaktadır ve bu döngüden çıkamamaktadır.

Öyküdeki yazarların içinde bulunduğu maddi mücadeleden kaynaklanan hikâye ticareti, özgün sanat üretimi önünde bir engel oluşturmaktadır. Anlatıcı, otoriter bir figür olan istasyon şefi üzerinden toplumdaki vurdumduymaz ve anlayışsız kesimi eleştirirken demiryolu hikayecilerini bu duruma koyan sistemi kınamaktadır. “Kanun maddelerinden söz edilince ben elimde olmayarak kızardım: Bizim durumumuzu düzeltecek, bize de istasyon toprakları içerisinde şerefli bir yer verecek yasalar yok muydu? Bizi sucuk-ekmek yasalarıyla bir tutan bir anlayışa her zaman karşıydım.” (Atay 189) alıntısında odak figürün sisteme karşı yaptığı sessiz haykırışlar anlatılmaktadır. Anlatıcı öyküdeki seyyar hikâye satıcıları metaforu üzerinden sosyal ve sanatsal eleştirisini okura aktarmaktadır. Ayran, sucuk-ekmek ve hikâye satıcılarının aynı konuma koyulmaları ve yazarları nitelendirmek için işçi, esnaf ve memur gibi sözcüklerin kullanılması üzerinden anlatıcı, anlayışsız kesimin edebiyata olan duyarsızlığına eleştirel bir tutumla yaklaşırken sanatın para karşılığında satın alınması anlayışına karşı olumsuz bir tavır sergilemektedir. Bu bağlamda anlatıcı iç çözümlemeler üzerinden odak figürün içsel hesaplaşmalar yaparak edebiyattaki maddiyat ve metalaşma sorunsallarıyla yüzleşmeye çalıştığını aktarmaktadır.

Eserlerinde modern toplumda tutunamama sorunu ile savaşan bireyi konu alan Oğuz Atay, bu yazıda incelenmiş olan üç öyküde de odak figürlerin ruhsal karmaşalarını iç çözümlemeler yardımıyla okurun gözleri önüne sererek bireyin çevresi, kendisi ve içinde yaşadığı toplum ile gerçekleştirdiği yüzleşmeleri ele almaktadır. Atay, “Unutulan” isimli öyküsünde düşsel unsurları gerçeklik ile harmanlayıp odak figürün bilinçaltının derinliklerinde geçmişi ve kendisi ile yüzleşmesini anlatırken “Babama Mektup” adlı hikayesinde ölmüş babası ile hesaplaşmasını ona bir mektup yazarak gerçekleştiren odak figürün iç mücadelesini ele almaktadır. Toplumdan yabancılaşmış ve geçim sıkıntısı çeken işçilerin anlatıldığı “Demiryolu Hikayecileri – Bir Rüya” isimli öyküde ise korkuya dayalı yüzleşememe problemi ele alınarak hikâyecilerin metalaşan sanata karşı sessiz isyanı aktarılmaktadır. Bu üç öyküde de karakter çatışmaları üzerinden yüzleşme gibi evrensel bir konuyu inceleyen Atay, bireyin çevresindekiler ile hesaplaşmadan önce bilinçaltındaki korkularıyla savaşıp kendi benliği ile mücadele etmesi gerektiğini anlatmaktadır.

Nehir Kaplan (11IBE)

 

Kaynakça
Atay, Oğuz. Korkuyu Beklerken. 1973. İletişim Yayınları, 2013.
İnce, Bekir. “Oğuz Atay’ın “Unutulan” Adlı Hikâyesinin Postmodern Unsurlar Açısından İncelenmesi .” Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, 2022, s. 294–306, https://doi.org/10.29000/rumelide.1104535.
Altuntaş, Veysel. “Oğuz Atay’ın “Unutulan” Öyküsünde Hayal Unsurunun Kurgulandığı Gerçeklik Olgusu.” Edebistan.com, 20 Aralık 2021, edebistan.com/deneme/oguz-atay-in-unutulan-oykusunde-hayal-unsurunun-kurgulandigi-gerceklik-olgusu.
Kılıç, Esra. Oğuz Atay’ın “Babama Mektup”da Benlik Kavramının Sorunu. academia.edu.
Tüzer, İbrahim. Oğuz Atay’dan “Babama Mektup” Ya Da Bir Yazarın Ölen Babasıyla/Kendisiyle Hesaplaşması. Vol. 5, no. 4, 2010, acikerisim.kku.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12587/714/e3b7b7bc-e58b-4b84-b29d-ea72852bb090.pdf?sequence=1&isAllowed=y.
Zambak, Ferda. “”Demiryolu Hikayecileri-Bir Rüya”Yı Yeniden Görmek.” Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, vol. 63, no. 63, 2017, s. 336–344, www.academia.edu/35500529/_DEM%C4%B0RYOLU_H%C4%B0K%C3%82YEC%C4%B0LER%C4%B0_B%C4%B0R_R%C3%9CYA_YI_YEN%C4%B0DEN_G%C3%96RMEK.
Apaydın, Mustafa. “Oğuz Atay’ın “Demiryolu Hikâyecileri-Bir Rüya” Adlı Öyküsünü Alegorik Bir Metin Olarak Okumak.” Söylem Filoloji Dergisi, vol. 2548-0502, no. 509-524, 2021, dergipark.org.tr/en/download/article-file/2078622.