Yazar, gazeteci, akademisyen, aktivist, radyo programcısı ve Açık Radyo’nun kurucusu Ömer Madra, 15 Mart Çarşamba günü Tepeören Yerleşkemizde konuğumuz oldu. İklim değişikliği konusunda on yılı aşkın bir süredir Türkiye’de yürütülen en yoğun bilgilendirme, haberdar etme ve uyarma kampanyasını sürdüren Madra, küresel ısınmayla ilgili neleri anlamamız gerektiği ve bu büyük sorunun içeriğini konuşmak üzere lise öğrencilerimizle buluştu.
Küresel iklim krizi, yeryüzünün yüz yüze olduğu en önemli sorun. Çünkü diğer bütün sorunlardan farklı olarak, doğrudan varoluşa ilişkin bir kriz. İnsan türünün şimdiki haliyle ortalıkta dolaşmaya başladığı günden beri yaklaşık yüz bin yıldır baş etmek zorunda kaldığı en büyük konu.
Hâlâ zamanımız var mı? Hâlâ dünyayı üzerinde hayat olmayan bir gezegen haline getirmeye ant içmiş görünen insan türünün bir an durup, elindeki ve aklındaki gücü gezegeni yok etmeye değil, hayatı sürdürmek için yapması gerekenlere vakfedeceği kadar bir zaman var mı? Sorularına cevapları öğrenciler ile birlikte bulmaya çalıştılar. Madra’nın, iklim değişikliğinin dünyanın önündeki en önemli sorun olduğu, bununla bir tek nükleer felaket tehdidinin kıyaslanabileceği düşüncesi bizlere yol gösterdi.
Özellikle konuğumuzun “Son zamanlarda iklim değişikliğinin yarattığı sonuçlar ve bunların çözüm yolları hakkında küresel ısınmanın bilimsel kanıtlarından ve sebeplerine ilişkin ayrıntılardan daha fazla söz edilmeye başlandı ama iklim değişikliğinin neden olduğu sorunların ekolojik krizle olan karşılıklı ilişkisi ve birbirlerini nasıl besledikleri yeterince görülmüyor. İklim krizinin insanın doğadan tamamen kopmasıyla, doğayı sömüren ve bıçak sırtındaki ekolojik dengeyi bozan bir modern dünya yaratmış olan ilişkisi de yok sayılıyor.” sözleri biz dinleyiciler için çok anlamlıydı.
İklim değişikliğine karşı radikal önlemler almak için niçin daha fazla beklemeye tahammülümüz olmadığı sorusu kadar, neden her şeyi bu kadar iyi bildiğimiz halde önlem almamakta direndiğimiz sorusuna da cevap aradık. İklim krizinin sömürüyle, savaşlarla, silahlanmayla, dünyayı güneşin değil, kâr tutkusunun çevresinde döndürmeye çalışan çok uluslu şirketlerle, küresel adaletsizlikle ve dünyanın içine sıkıştığı politik ve insani darboğazla ilişkisini anlamak son derece önemliydi. İklim değişikliğinin doğurduğu insanlık dramını, insanların yaşadığı yerle, kendisini besleyen toprakla, içtiği suyla, tarihi, kültürü ve gelenekleriyle kurduğu ilişkiyi ortadan kaldıran bir temel haklar meselesi olarak tanımlamak da hayati önem taşıyordu.
Türkiye’nin her yerinden kuruyan akarsuların, başlayan su kesintilerinin haberleri geliyordu. İklim değişikliği öylesine acil bir durum yarattı, gelişmeler öyle hızlandı ki, yetişmek çok zor. Ama durmak, beklemek ve sızlanmak gibi bir lüksümüzün olmadığını biliyoruz.
O nedenle sunumun bütününde bu tespitlerin kanıtlarının yanı sıra iklim değişikliği krizinden çıkış yollarını da tartıştık.
Kyoto protokolünde de belirtildiği gibi, çözüm yolları çok açıktı.
Gelişmiş ülkelerin her biri, kendileri için belirlenmiş sera gazı salınımlarının sınırları üstüne çıkmayacaklar. İklim değişimini önlemeye dönük politikalar geliştirilerek, bunları uygulamaya koyacaklar. Enerji verimi ve tasarrufunu artırıcı önlemler alacaklar. Çöp ve motorlu araçlardan kaynaklanan sera gazı salınımlarını sınırlandıracaklar veya azaltacaklar. Sera gazlarının atmosfere karışmasını önleyecek teknik tesisleri ve ormanları koruyacaklar. Protokol hükümlerinin amacına ulaşmasını engelleyecek her türlü aktiviteleri ortadan kaldıracaklar. Bütün bu çözüm yollarını uygulayabilmek için de “ekonomik kâr ve yararları”, “ ekolojik yaptırımlara” tercih etmememiz gerekmektedir.
Başak Salimoğlu
Terakki Vakfı Özel Şişli Terakki Tepeören Lisesi
Coğrafya Öğretmeni