Öğrencimiz Yıldız Aylin Oğuz (8F), İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünün ilçe genelinde ortaokul öğrencileri arasında düzenlediği “Hayalimdeki İstanbul” öykü yarışmasında “Hayalimdeki İstanbul” öyküsüyle ilçe üçüncüsü oldu.
Hayalimdeki İstanbul
Yine balkonumda oturmuş çayımı içiyordum. Ne zaman çayımı içsem aklıma İstanbul gelir, işte o zaman da öyle oldu. İstanbul rüzgarının anlattığı eski anıları, çaya düşen her kaşığın çınlamasıyla ahenk içinde bağıran martıları, boğazın mavisini düşünürüm.
Yine başladım düşünmeye, aklıma bir simit takıldı, acaba bir parça simidin hikayesi ne olabilir? Tam bunu düşünürken üstümden geçen bir martı ağzındaki simit parçasını kafama düşürdü.
Kimse bir simidin hikâyesinin sadece alınıp tüketilmekten başka bir numarası olduğunu düşünmez ama ben bir yazarım o nedenle her zaman görünenden fazlasını görmeliyim. Belki bu simit Beşiktaş çarşısının renkli dükkanları arasındaki tarihi bir fırından çıkmıştır, belki sonra üniversiteye giden bir gencin poşetinde bulmuştur kendini.
Benim hayalimdeki öykü kahramanı genç de Beşiktaş- Üsküdar hattında çalışan bir motordayken bir martıya simidinin bir parçasını atmış olsun.
Peki, bu martı tüm İstanbul’un nerelerini dolaşıp gelmiştir acaba? İlk önce Boğaz’ı geçmiş ve Haliç’e uğramış olmalı. Belki biraz yeşili görmek istedi, yolunu uzattı. Belgrad’a uğradı, yeşilin her rengini gördü.
Eğer tarihe düşkün bir martı ise kesin Süleymaniye Camiisi’ne uğramıştır diye düşündüm, belki de sonra Yerebatan Sarnıcı…
İstanbul hakkında bir şeyi merak ettim hep, bu kadar çok insanın olmasına rağmen hiç keşfedilmemiş yerler var mıdır?
Bizim martı görmüştür belki keşfedilmemiş yerleri. Belki de görmemiştir ama ben hayvanların kendi aralarında iletişim kurduğuna inanmışımdır.
Onun akrabaları ona İstanbul hakkındaki tüm efsaneleri ve ilginç yerleri anlatmış olabilir. O da böylece ağzındaki simitle beraber o muhteşem güzellikleri görmüştür.
Belki onun tarih hakkında bildikleri martıdan diğer martıya yayılan efsanelerdi. Muhtemelen asla bilemeyeceğiz ama bu martının çocukların masum oyunlarından birini uzaktan izleme fırsatı bulduğuna inanmayı çok isterdim.
Belki üstünden uçtuğu mahallelerden birinde rengârenk evlerin ardında körebe ve saklambaç oynayan çocukları görmüştür. Belki sadece anlamsızca baktı, belki de o küçük kalbi neşeyle doldu. Sonuçta bu bir martı, ne yapacağı hiç belli olmuyor.
Bence martı, ağzındaki simitle o mahalleye indi. Etrafta koşuşturan çocukların oyunlarını izleyen martı çocukların çığlıklarına katılıp o gürültülü ama aynı zamanda masum oyunlarına ortak olmuştur şaşkınlıkla. Bir süre çocukları gözledikten sonra tekrar buram buram İstanbul kokan gezisine devam etmiştir.
…………..
…
O kadar İstanbul turu onu yormuş olmalıydı.Tesadüf eseri mi yoksa martının zevki mi bilmem ama mola yerinin Galata olması mümkün. Böylece Kız Kulesi’ni de uzaktan gözleyebilecek ve diğer martı kardeşlerini de selamlayabilecekti.
Galata’nın tarihi beni hep etkilemiştir. Galata dünyanın en eski kulelerinden olup Bizans imparatoru Anastasius tarafından inşa ettirilmiştir. Türklerin eline geçtikten sonra her sene yenilenmiş. Bir ara hapishane olarak kullanılmış sonra da rasathane. Hatta Hezarfen Ahmet Çelebi ilk uçan insan olarak buradan atlamış. Bana hep büyüleyici gelmiştir. Kim bilir bu kule ne kadar garip olaylara şahit oldu.
Bana göre martılar insanlara karşı mesafeli canlılardır. O nedenle bir martının aklından geçenleri bir insanın anlamasının mümkün olmadığını düşünürüm. Fakat bu martı diğerlerinden farklı. Eminim küçük bir çocukla bir sohbeti olmuştur ama bunu sakın insanlarınki gibi sanmayın çünkü insanlar martılarla konuşamaz, bu gözlerle yapılan bir sohbetti. Aslında daha önce böyle bir sohbete tanık oldum. Tam olarak da şöyle devam ediyordu:
“Merhaba”
“ Bana yaklaşma yemeğimi alamazsın.”
“ Yemeğini istemiyorum, sen ne yapıyorsun ?”
Küçük çocuk, martıya yaklaşıp ona dokunmak istedi, martı onu çığlıklarıyla korkutup hızlı bir şekilde uçup yoluna devam etti.İşte böyle bir sohbeti daha göremedim.
Evet işte en sevdiğim kısım benim mahalleme girişi. Bizim mahalle İstanbul’un en iyilerindendir. Bir asker ya da yıllardır uzakta olan bir aile dostu geliyorsa tüm mahalle seferberlik içinde yemekler hazırlamaya başlar, mahalle mis gibi yemek kokardı.
İşte martı bu nedenle indi bundan eminim . Sonra evimizin en üst katında yemeklerin tam olarak nerede olduğunu saptamak için durdu ve tam o sırada ağzındaki simidi bıraktı. Hikayenin başladığı yer.
Etki alanın baş sahibi Saniye teyzeydi çünkü bugün Saniye teyzenin küçük oğlu Murat askerden dönüyordu. Saniye teyzenin balkonuna bizim martı usulca kondu. Saniye teyze ve martı uzunca bir süre birbirlerine baktı, nedenini ben bile anlamadım. Bunun içinde bir iş olduğuna eminim. Saniye teyzenin gururla parlayan gözlerinde oğluna duyduğu özlem okunabiliyordu. Büyük oğlu Halil ise Murat’tan yedi yaş büyük olup balıkçılık mesleğiyle uğraşıyordu.
Halil uzun yıllar önce babasına küsmüştü o zamandan beri onu kimse görmemişti hatta babasının cenazesini bile katılmamıştı. İşte o zamandan beri evine geri dönmeye yüzü de tutmamıştı.O zamandan beri Halil’i gören de olmadı.
Bu arada size Martı ile ilgili vermek istediğim bir bilgi var. Martı Halil’i gördü hem de çok acı bir biçimde. Halil’in bir adam tarafından ağzına bir bezle koku verilerek bayıltıldığını sonra da kenara sürüklediğini…
Saniye Hanım hüzünlüydü, oğlunu özlüyordu buram buram özlem doluydu yüreği… Ah be Saniye teyze!
İstanbul gerçekten de harika bir şehir o tarihi yapılarının arasındaki parklar ve her tarafta barış dolu sevecen insanlarla dolu.
Ama martıların sağı solu belli olmaz çok farklı bir yerden gelmiş olabilir de .
Kesin olarak inandığım tek bir şey varsa o da, bu martı tüm İstanbul ‘u ve İstanbul tüm güzelliklerini görmüştür.
Tam o sırada kurguladığım hayalden uyandım ve düşen o simit parçasına baktım çoktan gitmişti bile martı…
Yıldız Aylin Oğuz (8F)