Levent Yerleşkemizden ortaokul öğrencimiz Zeynep Çimir (8C), İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Enerji Verimliliği Derneğinin düzenlediği yarışmada “Hayat Projesi” öyküsüyle Beşiktaş ilçe birincisi oldu.
Hayat Projesi
Yaşamın ilk kıvılcımları; güneş ışığı, sıcaklık, elektrik akımı gibi unsurların küçük bir su birikintisinde bulunmasıyla parlamıştır. Kırk altı kromozomlu, çok hücreli, hür bir iradeye sahip organik yaşam formları oluştu. Bu canlılar “insan” olarak tanımlanıyordu. Bitki değil, mantar değil, mikroskobik canlı hiç değil. İnsanlar tıpkı diğer bazı canlılar gibi görebiliyor, duyabiliyorlardı. Görebiliyorlardı çünkü beyinlerine sinyaller öyle gidiyordu, beyin de bunları algılıyordu. Duyabiliyorlardı çünkü taneciklerin çarpışmasıyla beraber enerji aktarımı gerçekleşiyordu.
“Hayat! Ödevlerine başlamadın mı hâlâ? Gerçekten, arkadaşlarınla buluşmanı yasaklayacağım!”
Bir fil derisini andıran fırtına grisi, çiziklerle kaplı, kılıfı buruşmuş, eski alet kutusunun arkasından kabarık, gür, bitter çikolata tonlarında bir saç yığını belirdi. Kız, petrol karası gözleri fıldır fıldır dönerek alet kutusunu kapattı ve yağlı ellerini gömleğine sürdü. Parmakları nasırlıydı, sertti, kesinlikle on üç yaşındaki bir kıza ait değilmiş gibiydi. Buna rağmen o kesiklerle kaplı parmaklar diğer insanların parmaklarından daha hızlıydı, daha çevikti ve acıya daha dayanıklıydı.
Hayat, garajın kapısını hızla kapattı ve sanki arkasında bir lemur sürüsü varmış gibi hızla odasına çıktı. Şu annesi yok muydu, sürekli ödev, sürekli ödev..! Hayat, odasına girince hayal kırıklığı yaşadı. Odası toplanmıştı. Onun izni olmadan. Onun fikirleri alınmadan. Hayat’ın odası “dağınık” falan değildi, pencere, yatak ve masa hep aynı yerlerinde duruyordu.
Yerçekimi işte, hepsinin yerde durma sebebi buydu. Hem Hayat, böyle asla çalışamazdı. Masasını dağınık ve mürekkep izleriyle severdi. Tüm plan kağıtları hep odaya saçılmışken rahat hissediyordu ancak.
Hayat birden kalbinin durduğunu hissetti; sanki merdivenlerden çıkarken bir basamağı atlamıştı. Plan kâğıtları, neredeydi onlar? Kâğıtlarını koyduğu kutu yoktu. Hah, işte buradaymış! Sondan üçüncü göze koyulmuştu, not defterlerinin hemen üstüne. Neden? Hayat, dizleri titreye titreye kutunun şifresini girdi, plan kâğıtlarını açtı. Kimse onları görmemişti. Hayat, güvenlik amaçlı kağıtların arasına tuz dökmüştü ki birisi okursa anlasın. Kimsenin onları görmemesi gerekiyordu.
“ Buradasın demek! Şimdi göster bakayım o özenle (!) yapılmış ödevlerini!”
Hayat arkasını döndü, hiçbir şey söylemedi. Annesi sessizliğin üzerine devam etti: “ Biz o kadar senin için saçımızı süpürge edelim, sen hiç çalışma tabii! Baksana, her yerin yine kir pas içinde! Kaç kere yıkamam gerek o pis kıyafetini!“
“Bağırma.” dedi Hayat, parmaklarını beyazlayana kadar yumruklarını sıkarak. Annesi dudaklarını birbirine bastırdı:
-Ne dedin?
-Bağırma anneciğim! Sana, benim böyle bir öğrenme biçimim olduğunu söylediğimi hatırlamıyorum.
Hayat sıktığı yumruklarını bıraktı. Annesine arkasını döndü, tekerlekli sandalyesini sertçe çekti ve üzerine oturdu. Ödev kimin umurundaydı ki zaten? Yıl olmuş bin dokuz yüz seksen yedi… Bilim insanları kendini yenileyen farklı bir enerji kaynağı bulmuştu. Petrole benzeyen bir sıvıydı. İşte Hayat da bu sıvıyı inceleyecek bunun değişken durumlarını araştıracaktı. Yapacaktı. Dünyadaki enerji kaynakları tükeniyordu, üstelik kimsenin umurunda da değildi. Doğal ortamda bu enerji üretilebilir miydi? Kafasında binlerce soru vardı.
Akşam yemeğini annesiyle göz teması kurmadan yedi. Kuru fasulyenin tadı birden ağzından uçup gitmişti sanki.
Dışarı çıktı, üzerine mont bile almadan. Oysaki sağanak yağmur vardı. Bile bile ayakkabılarını giymedi, hatta çoraplarını çıkarttı. Kapının kolu soğuktu, kapı da soğuktan yakınırmışçasına biraz fazla dramatik bir sesle gıcırdadı. Hayat, adımını atarken paspası es geçti, kim gerek duyardı paspasa? Tertemiz toprak mı kirletecekti evi?
Çıplak ayakları sert zemine değer değmez, yağmur suyu da mermi misali Hayat’ın omzuna çarpmayı sürdürdü. Seke seke, evin hemen arkasındaki ormanlık araziye koştu kız. Yalın ağaç dalları acımasızca vuran melteme karşı sallanırken göğe kadar yükseliyordu. Bulutlar ise sigara dumanını ürkütücü bir biçimde andırarak yemyeşil orman denizinin üzerini hafifçe yalıyordu.
Hayat, hiç vakit kaybetmeden ormana koştu. Sert ayak bilekleri çalı dikenlerine çarpıyordu ve ciddi kesiklere yol açıyordu. Hayat umursamıyordu, yağmur suları zaten bileklerini yıkıyordu. Hayat, doğaya güveniyordu, her şeyden daha çok.
İçleri ürperten ağaçların siluetlerinin net bir biçimde görülebildiği düz bir açıklığa varınca durdu. Sağa döndü, onun asıl evi olan küçük bir mağara duruyordu karşısında. Girişi sadece kendisinin geçebileceği kadar genişti.
Karşısındaki örümcek ağlarını itti ve mağaranın içine daldı. İçeriye gün ışığı bile girmeye korkuyordu, rastgele atılmış eşyalar tekinsiz gölgeler oluşturuyorlardı. O eşyaların her biri çok önemli bir çalışmaya aitti. Aslında çok küçük çaplı bir araştırmaydı ama Hayat için bir başyapıttı.
Geleceği koruma amaçlıydı. Hayat bunun hakkında kimseye bir şey söylememişti. Annesi ya da babası duysa: “Bunlara vakit harcadığın kadar derslerine de harcasan!” derlerdi, arkadaşları duysa böyle saçma bir şeyle uğraştığı için onunla dalga geçerlerdi.
Hayat için saçma değildi, her iki hayat için. On üç yaşındaki ilkokul öğrencisi Hayat için de tüm canlıların sürdürmekte olduğu hayat için de.
Hayat, arka cebinden küçük bir el feneri çıkarttı ve mağaranın duvarlarına tuttu. Yağmur damlalarının mağaranın ağzını döverken çıkarttığı ses, artmaya başlamıştı.
Titrek, zayıf ışık, pürüzlü duvarları aydınlatırken minicik çizimler ve yazılar beliriverdi birden. Hepsi de yılların emeğiydi. Tam sekiz sene… Geleceği kurtarma projesi.
Hayat Projesi. Projesi enerji kaybını büyük bir miktarda engelleyecekti. İnsanlar enerjiyi en çok ısınmak için kullanıyorlardı. Ya doğal yöntemlerle bu iş yapılabilseydi?
Hayat kendi küçük mağarasında saatlerce çalıştı. İlkel usullerle de olsa kimyacı amcasından aldığı malzeme ve kaynak kitaplarla gözlemlerini yazdı. Ta ki yağmur dininceye, güneş de altın bir top gibi tembel tembel, ışıltısı hafifçe azalarak ufukla buluşuncaya kadar. Sonra kuzu kuzu evine doğru yol aldı. Tekrar koşamayacak kadar yorgundu.
Hayat, odasına çıkarken garip, hiç duymadığı bir ses duydu. Kesinlikle onun odasından geliyordu bu ses. Tekrarlı, ritmik olmayan bir şekilde hıçkırma sesleriydi. Odasına koştu hemen kız, sesi anlamıştı. Odasının kapısını yavaşça açtı, kendi öz annesinin gözlerini yaşlı görmeye dayanamazdı. Yanağından aşağıya doğru kayan bir damla tuzlu su, Hayat’ın böğrüne bir bıçak gibi saplandı. Annesinin ağlamasının sebebini bulmak için zeki olmaya gerek yoktu, kadının ellerinde Hayat’ın projesinin ta kendisi vardı.
Elindeki kağıtları sallayarak: “ Bunları sen mi yaptın?” diye sordu. Hayat ağır ağır başını salladı. Kızın petrol karası gözleri annesinin asit yeşili gözleri ile buluştu. “Tüm ödevin bu olsun.” dedi kadın kağıt gibi incecik bir sesle.
Hayat’ın dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı, annesinin güvenli kollarına attı kendisini. Kağıtlarını koyduğu kutuyu kilitlemeyi unuttuğuna kendisi bile şaşırarak sevindi.
2028 yılının ilk günü, dalda yeni oluşmuş bir elma kadar tazeydi. Hayat, huzurlu ve sıcak evinin oturma odasında sabah kahvesini zevkle yudumluyordu. Ağzında eriyen manda sütü tadı, dilinin her tat alma duyusuna değdikçe sinirlerinin gevşediğini hissetti.
Kendi eseri olan yeni enerji kaynağı ile çalışan bina ısıtıcısına baktı yorgun gözlerle. Kendi uğraşları sayesinde, tüm dünya rahatça ısınıyordu. Tübitak’tan gelen bilim adamları çalışmalarının tümünü alarak raporlamış ve çalışmalarını “ Enerjide Verimlilik ve Küçük Hayat “ adı altında yayımlamıştı.
Hayat biliyordu ki insanlığın nice bilimsel çalışmalara ve enerji kaynağına daha ihtiyacı vardı.
Zeynep Çimir (8C)