Söyleşi: Bilim, Bilimsel İndirgemecilik ve Etik – Jeomühendislik Örneği

971

Levent Yerleşkemizden fen lisesi 9, 10 ve 11. sınıf öğrencilerimiz, 9 Mart Perşembe günü Sosyal Bilimler ve Felsefe Bölümü Başkanımız Mine Koçak Yalaz’la “Bilim, Bilimsel İndirgemecilik ve Etik- Jeomühendislik Örneği” söyleşisinde buluştu.

Söyleşinin birinci bölümünde bilimsel bilginin niteliklerini irdeleyen öğretmenimiz, sunumuna “bilim”in ne olduğu, ne olmadığı sorusuyla başladı. Bilimsel bilginin neden en önemli referans kaynağı olması gerektiğini yakın geçmişimizde yaşadığımız deprem deneyiminden hareketle ifade ettikten sonra, Hatay’da bir ilkokulda konaklayan madencilerin sınıf tahtasına öğrenciler için yazdıkları yazıyı paylaştı: “Sizlerden bir isteğimiz var. Derslerinizi iyi çalışıp aranızda çok iyi mühendisler çıksın ki güzel sağlam binalar inşa edin, edin ki başka analar, babalar, çocuklar ağlamasın. Yetim öksüz kalmasın sizlere güveniyoruz.” Bu ifadenin bilimin ve bilimsel etiğin önemini çok iyi örneklediğini vurgulayarak, Fen Lisesi öğrencilerimiz için de çok önemli bir hatırlatma olduğunu belirtti.

Yalaz, bilimin gerçekliğe en yakın ve geçerli bilgi türü olduğunu vurguladıktan sonra bilimsel metodolojinin önemli basamaklarını örneklerle açıkladı. Bilimin kusursuz olmadığını, “bitmeyen bir keşif aracı” olduğunu söyledikten sonra, belki de en önemli özelliğinin “doğrulanabilir” olmaktan çok “yanlışlanabilir” bir bilgi üretmek olduğunu vurguladı. Newton fiziğinin “mutlak gerçekliğe” ulaşmamızı sağladığı düşüncesinde takılı kalınsaydı, Einstein fiziğinin bir alternatif olarak ortaya çıkmasının mümkün olmayacağı örneği üzerinde durdu.

En güvenilir bilgi kaynağı olmakla birlikte, bilimle modern çağların “kutsal bilgi kaynağı” olarak ilişkilenmemek gerektiğini açıklayan Yalaz, bilim dışılığı tartıştıktan sonra, “kötü bilim” pratiklerini “şüphe tüccarlığı” kavramı üzerinden örneklerle anlattı. Küresel ısınma konusunun bilimsel otoriteler tarafından 1950’li yıllardan itibaren dile getirildiğini, bu söylemin karşısına fosil yakıt şirketlerinin finanse ettiği bilim insanlarının söylemlerinin bir engel olarak çıktığını, bu kişilerin önce “küresel ısınmanın olmadığını” söyleyerek, etik değerlere sahip bilim insanlarının argümanları üzerinde bir şüphe yarattıklarını, daha sonra “küresel ısınmanın olduğunu, ama insan kaynaklı olmadığını” söyleyerek bu tavrı sürdürdüklerini, bugünse sayıca çok azalan bu kesimin “küresel ısınma konusunda artık çok geç olduğunu, bir şey yapılamayacağını” savunarak kamuoyunu krizin tek ve gerçek çözümünden -fosil yakıt kullanılmasının bitirilmesi, sürdürülebilir enerji kaynaklarına tam geçiş- uzak tutma işlevi gördüklerini örneklerle açıkladı.

Daha sonra, bilimin tek ve kutsal bir bilgi kaynağı olarak görülmesinin diğer bilgi türlerinin topyekün reddine götürdüğünü, oysa örneğin doğanın kendi ürettiği bilgiye kulak vermenin ne kadar önemli olduğunun günümüzde yeniden keşfedildiğini örneklerle açıkladı. Bilimsel indirgemeciliğin diğer bilgi türlerini dışladığı için doğayı anlama kapasitemizi kısıtlamanın ötesinde; dünyayı mekanik bir makine, doğayı üzerinde tahakküm kurulacak bir alan olarak gören yaklaşımı meşrulaştırdığını ve hatta güçlendirdiğini vurguladı. Bugün yaşadığımız sürdürülebilirlik krizlerinin bu yaklaşımla bağlantısını vurguladı.

Söyleşinin ikinci bölümünde Yalaz, bu tartışmaların bir örneği olarak jeomühendislik alanındaki çalışmaları ele aldı. İklim değişikliğinin ölümcül sonuçlarından kurtulmak üzere mühendislik alanından gelen çözüm önerilerini içeren jeomühendislik projelerini açıkladıktan sonra, özellikle üzerinde çok durulan Pinatubo seçeneğini (atmosfere sülfat parçacığı yaymak ve böylece toprağa ulaşan ısı miktarını düşürmek) hem teknik olarak hem de etik olarak öğrencilerimizle tartıştı.

Dünyadaki yaşamı yok oluşa götüren devasa bir problem olan küresel ısınma ve iklim krizinin çözümü konusunda bireyler ve toplumlar olarak kendimizi güçsüz hissettiğimizi, bu nedenle bilim insanlarının veya hükümetlerin bu sorunu çözebileceğine inandığımızı söyleyen Yalaz, bu konuda nitelikli çalışmalar yapan bilim insanlarının sayıca çok olduğunu ve sorunu analiz ederek,  çözüm yollarını işaret ederek bilimsel etiğe uygun hareket ettiklerini belirtti. Ancak, jeomühendislik çalışmalarının her ne kadar Royal Society gibi bilimsel otoriteyi temsil eden, dünyanın önemli kurumları tarafından gündeme getirilse de, hem ciddi etik tartışmalara yol açtığını, hem de küresel ısınmanın “semptom”larına yöneldiği için gerçek çözümden uzaklaştırdığını anlattı.

Son çare olarak başvurulacak bir seçenek gibi gösterilen jeomühendislik önerilerinin neoliberal sistemin aynen devam etmesine neden olacak olan “emisyonlara aynen devam edebiliriz” tehlikeli ve yaygın algısını beslediğini anlatan öğretmenimiz, bunun neden bilim etiği açısından bir problem olduğunu anlattı. Fosil yakıt şirketlerinin de bu projeleri desteklediğini belirtti. Dolayısıyla, bilimin bizi kurtaracağı anlayışının bizzat bugün gerçek zararlar verdiğini vurguladı.

Daha sonra, doğanın her türlü insan müdahalesine açık mekanik bir makine olarak algılamanın etik boyutu üzerinde durdu. Atmosferle oynanacak jeomühendislik fikirleri için, Sosyolog Bruno Latour’un “insanın tanrı rolünü oynamakla ilgili prototipik uyarı hikayelerinden (Frankenstein) ders çıkarılmıyor” değerlendirmesini açıkladı.

Diğer bir etik problemin, jeomühendislik projelerinin küresel ısınmanın yükünün dünyanın yoksullarının sırtına yüklemesiyle ilgili olduğunu ifade ederek, örneklerle bu durumu açıkladı. Pinatubo seçeneğinin gökyüzünde kalıcı bir pus oluşması, güneş enerjisinde düşme, dünyanın bir yarımküresinde aşırı yağış, diğer yarımküresinde ise aşırı kuraklık gibi öngörülemeyecek sonuçlara yol açabileceği; dünyanın bir bölümünü büyük bir yoksulluğa teslim edecek bir projede hangi yarımkürenin seçileceğine kimin karar vereceğinin de bir problem olduğunu, sonuçta bu projelerin bir “soykırım” projesi olarak tartışıldığını detaylarıyla anlattı.

Öğretmenimiz, gerçek bir çözüm planına ihtiyacımız olduğunu, semptomlara değil sorunun kaynağına yönelen bilginin de yine bilim insanları (ama bilim etiğine sahip olanlar) tarafından üretildiğini ifade ederek sonuca bağladı: Fosil yakıtların toprağın altında bırakılması, hızla yenilenebilir enerji kaynaklarına geçilmesi, hükümetlerin bu geçiş için fonlar sağlaması ve ekolojik yöntemlere dayalı bir tarım modeline geçilmesi.

Yalaz konuşmasını başta bahsettiği madencilerin nitelikli ve etik bilimi işaret eden sözlerini tekrar hatırlatarak, sunumda yararlandığı Naomi Klein’ın “İşte Bu Her Şeyi Değiştirir” ve Bell Hooks’un “Sınırları Aşmayı Öğretmek: Özgürlük Pratiği Olarak Eğitim” kitaplarını önererek bitirdi.

Fen Lisesi öğrencilerimiz söyleşi boyunca soru ve görüşleriyle nitelikli bir katılım gösterdiler.